“BÜYÜK MİLLET BÜYÜK GÜÇ” AÇILIMI
Sermaye cephesinde yoğun bir rekabet,
devlet yapısı içinde iktidar kavgası, politik arenada hegemonya mücadelesi
kıyasıya sürüyor.
İktidarı elinde bulunduran kuvvetler
geriliyor, mevzilerini terk edip daha gerilere çekilirken, onlardan boşalan
yerler yeni kuvvetler tarafından işgal ediliyor.
Politik hegemonya, güç sarhoşluğundan
başı dönen AKP’nin elinde, ama bu gücü öylesine kontrolsüzce kullanıyor ki,
toplumun hemen her kesiminde boğucu bir hava estiriyor, bunaltıyor.
Yeni sermaye grupları, namm-ı diğer
yükselen Anadolu burjuvazisi ise politik temsilcilerinin önlerinde açtığı
güzergahta hırsla, aç gözlülükle ilerliyor, devlet imkanlarından sınırsızca
yararlanıyor, politik hegemonyayı elde tutmanın avantajı ile rekabet üstünlüğü
kazanıyor, sermaye birikimini katlayarak çoğaltıyor.
Bu olgu, güç fetişizmi üzerine bir
tartışmayı ve gücün analizini yapmayı zorunlu kılıyor.
PRAGMATİZMİN “GÜÇ”LÜ
PARTİSİ AKP
Yakın tarihte askeri kışlaların giriş
kapılarına asılan “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” tabelaları, militarizmin karşıtı
liberaller ve burjuva demokratları tarafından eleştirilmiş, buradan cesaret
bulan AKP kurmayları da orduya endeksli güç tarifine karşı çıkmıştı.
İktidar merkezinde yaşanan güç savaşını
yansıtan bir ifadeyle “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” yazıları.
TSK yönetiminin iktidarı elinden
bırakmaya yanaşmayacağını anlatıyor, ‘ben varsam ve güçlüysem siz var
olabilirsiniz, varlığının güvencesi benim, madem öyle, güç,iktidar bende
olacak’ demiş oluyordu.
Ancak bu, geriletilmiş, mevzilerini
kaybetmiş yenilmiş bir ordunun ve ordu partisinin son tutunma hamlesinden başka
bir anlama gelmiyordu, tutunması da mümkün değildi.
Birer birer sökülüp hurdacılara satıldı
o teneke tabelalar.
Liberal aydın ve yazarların, burjuva
demokratların henüz desteğini kaybetmediği sıralarda AKP bu denklemi değiştirme
gücünü bulabildi kendisinde ve ‘güçlü Türkiye varsa güçlü ordu olur’ deyip
TSK’yı güç denetlemenin gerisine attı.
Güçlü Türkiye nasıl olunur, bunun da
açıklanması gerekiyordu.
Erdoğan’ın katıldığı son kongre diye
sunulan AKP 4. Kongresi2nin temel şiarı dikkat çekiciydi: “Büyük Millet, Büyük
Güç, Hedef 2023!”
Uyaklı bir ses uyumundan ibaret hoş ama
boş bir söz!
Sosyalist basın, devrimciler, emekçi
sol hareket dahil olmak üzere neredeyse muhalif tüm kesimler tarafından benzer
bir küçümseme ile karşılandı bu şair.
Bir yanıyla doğruydu, ama gözlerden
kaçan bir şey yok. muydu acaba?
AKP’nin
siyaset tarzı, yönetme anlayışı, iktidarlaşma süreci ile paralellik mi,
yoksa karşıtlık mı içeriyor, bir tutarlılık taşıyor mu, yoksa tutarsız ve
demagojik bir söylemden mi ibaretti bu ifade?
TSK’nın “Güçlü ordu, güçlü Türkiye”
sloganı, nihayetinde devlete öncelik verirken, AKP’nin “Büyük Millet, Büyük
Güç, Hedef 2023” sloganının milletin en
yüksek organı ve gücünü milletten alan parlamentoya öncelik verir gibi
görünüyordu.
Gerçekten öyle mi?
Birinci ve ikinci hükümet dönemlerinde,
AKP parlamento merkezli bir siyaset ve yönetime ağırlık veriyordu.
Parlamenter cumhuriyetin
güçlendirilmesi, saygınlığı kalmamış TBMM’ye itibarını kazandırma, parlamentoyu
yığınların nezdinde gerçek yasa yapıcı organ ve yönetime katılma-temsil edilme
aracı konumuna kavuşturma ve bu sayede onları düzene bağlama hedef ve amacı,
AKP’nin hareket noktasını oluşturuyordu.
Bu alanda izlediği çizgi ve vaad
ettikleriyle ulusal ve uluslar arası geniş kesimlerden çok ciddi destekler
aldı.
En önemli toplumsal desteği ise değişim
isteyen Türkiye toplumu ve değişik tabakalardan gördü.
Üst üste girdiği yerel ve genel
seçimlerde oy oranını istikrarlı biçimde yükseltti; muazzam bir güç
yoğunlaşması elde etti.
Bu güç, AKP’yi bir yol ayrımına
getirdi.
Parlamentoyu mu güçlendirecekti yoksa
devleti mi güçlendirmeliydi?
GÜÇLÜ
PARLAMENTODAN GÜÇLÜ DEVLETE AKP!
Burjuva siyaset ve iktidar biçimi
açısından ilkesel bir sorun değildir bu.
Zira, burjuvazinin ilkelerini sınıf
çıkarları belirler.
AKP de sınıf çıkarları doğrultusunda
devleti güçlendirme çizgisine yöneldi.
Burjuvazi için parlamento vazgeçilmez
değil, belli dönemlerde ihtiyaç duyacağı, ezilen, sömürülen yığınları düzen
içinde tutmaya hizmet edeceği ölçüde devrede bulunduracağı bir aygıttır.
Eş anlamlı olarak parlamenter
cumhuriyet de olsa olsa burjuva devlet biçimlerinden bir tanesidir.
AKP, TSK-ordu partisi ile girdiği
hegemonya mücadelesinde geleneksel statükocu devlete, güçlendirilmiş bir
parlamentoyla karşı koyabilirdi.
Geçici bir dönem için parlamento ve
parlamenter siyaset temsil organının üstünde bir yönetim organı olarak da
işlevlendirilebilirdi.
Demokratikleşme, insan hakları ve
özgürlükler, adalet kavramlarının öne çıkarılması ve bu sayede geniş bir destek
cephesine sahip olması aynı döneme rastlar.
Parlamentonun öne çıkarılması, gerek
burjuvazi için gerekse somut olarak AKP için konjonktürel bir durumdu.
Bu açıdan ele alındığında, örneğin AKP,
başlangıçta kimseyi farklı olduğu yönünde kandırmamıştır.
O dönemin sermaye birikim süreci ve
politik hegemonya kurmanın başka rasyonel bir yolu yoktu.
Bir zamanlar güçlü destek verdikleri
AKP’nin eski AKP olmadığını söyleyerek eleştiren liberaller de meseleyi hala
kanma-kandırma çerçevesinde tartışıyorlar.
AKP ve temsil ettiği burjuva sınıf,
çıkarları ve karakteri itibariyle pragmatist bir parti ve sınıftır.
İdeolojisi/dünya görüşü eklektiktir.
Bu özelliği ona çok geniş
siyasal-sınıfsal kesimleri kapsama, onlarla ittifak ve işbirliği yapma avantajı
sağlıyor.
Ancak partiler, sınıflar ve siyaset
statik değil, dinamik karakterdedir.
AKP ve içinden geldiği burjuvazinin
sermaye birikimi arttıkça siyaseti de değiştirmek zorundadır, nesnel bir
zorunluluktur bu değişim.
AKP, İSLAMCI BÜYÜK
SERMAYENİN PARTİSİDİR
90’lara kadar Erbakan çizgisinde
politik temsiliyet sergileyen “Anadolu burjuvazisi” küçük ve orta ölçekli
imalat sanayi ile ticaret burjuvazisi kökenliydi.
Erbakan-RP dönemi ile sermaye birikimi
ve politik hegemonya atağının önü 28 Şubat darbesi ile geçici olarak kesildi.
Geçici olarak, çünkü bu burjuva kesim,
sahip olduğu sermaye birikimi ile ülke ekonomisinde ve politika alanında söz
sahibi olmak istiyordu.
Ticaretten sanayi burjuvalığına geçiş
aşaması, sanayi ile banka sermayesinden mali sermaye bileşimine erişmiş ve bir
sıçramanın eşiğine gelmişti.
Geleneksel işbirlikçi Türk tekelci
burjuvazisi ile rekabet ederek değil, onun yatırım ve faaliyet alanının
periferinde (dış çevre) yer tutmayı tercih ediyordu.
Yerel yönetimleri kazandıkça,
belediyelik ile hem yeni sermaye birikimi kanalları açtılar hem geniş çaplı
yönetim tecrübeleri edindiler.
Din referanslı ideolojik kimlikleri ile
İslamist temelde yayılma avantajlarından
da yararlandılar.
Ortalık kurdukları Arap finans grupları
ile uluslar arası kredi kaynaklarına kavuştular.
Faizsiz bankacılık uydurmacısıyla küçük
tasarruf sahiplerinin birikmiş varlıklarını nakle çevirip gerçek anlamda sıfır
maliyetle muazzam sermaye yatırım imkanları elde ettiler.
Resmi İslam kimlikli ülkeler, bir
yandan sermaye desteği ve kredi imkanı sunarken, bir yandan ihracat
kolaylıkları ile pazarlarını açtılar.
Kuşkusuz karşılıklı bir çıkar ilişkisiydi
bu.
Söz konusu ülke burjuvazileri de
Türkiye pazarına girmek için ortaklıklara ihtiyaç duyuyordu.
İslam ortak paydası, bu ortaklığın
ideolojik temelini oluşturdu.
Sınır aşan mezhep ve tarikatlar, kökü
yüzyıllar öncesine dayanan İslam ekollerinin
günümüzdeki uzantıları, uluslar arası İslami örgütler, İslam alimleri
birlikleri, İslami vakıf ve yardım kuruluşları, hac ziyaretleri, din turizmi
vb. uluslararası İslamcı burjuvazi arasında ekonomik ve siyasal bağları
geliştirdi.
Asya’dan Afrika’ya, Ortadoğu’dan
Kafkaslar’a yayılan geniş coğrafyada 1,5 milyarı aşan Müslüman halk, İslamcı
burjuvazinin potansiyel toplumsal tabanı ve açık pazarı haline geldi.
AKP’nin ortaya çıkışı ve eşi görülmemiş
bir hızla kitlesel taban ve büyük toplumsal destek görmesi bu olgularla
birlikte düşünülmelidir.
RP-Erbakan çizgisi İslamcı burjuvazinin
aşırı kar arzusu, Pazar arayışı, sermaye birikimi yol ve yöntemlerine cevap
veremiyordu.
AKP, İslamcı büyük burjuvazinin sıçrama ve yayılma ihtiyacının
çözümü ve aracı, bu sürecin taşıyıcı dinamosu olarak burjuva siyaset sahnesine
çıkmış bir partidir.
İhtiyatlı olmak, erken iktidar
kavgasına girişmemek, ittifak güçlerini çoğaltmak, iç ve uluslar arası
ilişkilerde İslamcı kimliğinden dolayı hissedilen kaygıyı ve tereddütleri
gidermek, uluslar arası tekellerin çıkarlarına zarar vermeme taahhüdü, sermaye
birikim sürecini ve yeni pazarlara açılmayı emperyalist tekeller ve onun yerli
işbirlikçileri ile rekabet yoluyla değil, hepsi ile direkt ya da dolaylı
işbirliği, çıkarlarını gözetme vb. yolu ile yürüteceği güvencesi vermek gibi
politik tavır ve söylemler, İslam kimliğini kullanmaktan imtina etmeyen
yükselen burjuvazinin kapsayıcı politikalarının esaslarını oluşturuyordu.
DEVLETLEŞEN AKP GERÇEĞİ
2000’lerdeki AKP ile 2010’ların AKP’si,
onun maddesindeki esaslı değişime uygun ve ona paralel bir değişim ve gelişim
süreci geçirdi.
Bugün, AKP’nin ve bu sınıfın
kaybedecekleri çok şeyleri vardır artık.
Her şeyin ötesinde egemen sınıf olma
yolunda büyük mesafe katetmişler, egemenliklerini kaybetme korkuları vardır.
Erdoğan’ın öfkesi, sağa sola hiddetle
yüklenmesi, elindeki iktidarı kaybetme korkusu ile alakalıdır, yoksa bir
belagat sorunu değildir.
Dolayısıyla, AKP bu nesnelliğe göre
siyasetini kurgulamaktadır.
Otoriter baskıcı yönetim, tek adam
hevesi, AB hedefi ve değişim programından uzaklaşma, başkan ya da başkanlık
sistemi ve daha çoğalabilecek yönelimler, AKP’nin devletleşme/iktidarlaşma
sürecinin döşeme taşlarıdır.
AKP’nin “Büyük Hüç” dediği devlet
gücüdür, kendisinin yönetme aracı olarak kullanacağı “güçlü devlet”in soyut
ifadesidir.
Ekonomik ve toplumsal yaşamın baskı
altına alınması, halklar ve özgürlüklerin kullanımının kısıtlanması, düşünce,
ifade ve basın özgürlüğünün daraltılması, hak arayan tüm kesimlerin dolaysız
devlet şiddetine maruz kalması, politik kontrol mekanizmalarının sert yasa ve
yasaklarla takviye edilmesi; güvenlik güçlerinin büyümesi-merkezileşmesi, yetkilerinin
artması vb. adımlar ilan edilmemiş bir sıkıyönetim yanlılığını gösteriyor.
Parlamento, politik baskıya yasal
görünü verme ve devlet baskısını örtme işlevi oynuyor.
Dün devlet organlarının antidemokratik
tavırlarına itiraz ediyor, eleştiriyordu.
Anayasa Mahkemesi ve yüksek yargı
organları, HSYK, YÖK ve Rektörler Kurulu vb. kurumların demokratikleşme
adımlarına engel olduklarını öne sürüyordu.
Bugün aynı kurumları hegemonyası altına
alınca, iktidar aygıtları olarak kendisi etkin biçimde kullanıyor.
Dün hiçbir devlet organının
parlamentonun üzerinde olmayacağını söylerken, bugün bazı kritik devlet kurumlarını
parlamento denetiminin dışında tutuyor, devlet üstü yapılar oluşturup yönetimi
özerkleştiriyor ve merkezileştiriyor.
AKP, EMPERYALİST DÜNYAY
YENİ UYUMUMUN ADIDIR
AKP’nin, statükocu devlete bağımlı
kontrgerillaları tasfiye edip kendi kontrgerillasını örgütleme, MGK
diktatörlüğünü geriletip AKP diktatörlüğünü inşa etmesi, yarı askeri faşist
diktatörlüğün yerine dinci-milliyetçi faşizmi örgütlemesi gibi tartışmalar
devlet-iktidar-politik hegemonya evrimini açıklamaya yetmiyor.
Bu süreç, uluslar arası
ekonomik-politik merkezlerin onayı ve eşgüdümü ile deyim yerindeyse emperyalist
dünya siyaseti ile uyumludur.
Dolayısıyla, iç ve uluslar arası
bağlantıları ile birlikte devletin reorganize edilmesi, iktidarın yeni ellerde
yoğunlaşması ve uluslar arası burjuvazinin sınıf çıkarları doğrultusunda
kullanılacak politik hegemonya araç ve yöntemleri ile bütünlüklü ele
alınmalıdır.
Bu arada İslamist burjuva
ideolojilerinin dünya genelinde yükselişte olan dinamik bir gücü temsil
ettiğini de ekleyelim.
AKP uluslar arası ekonomik ve politik
sürece entegre olurken bu avantajını da kullanıyor.
Tarihin gerisinde kalan geleneksel
statükocu devlet ve ulusalcı Kemalist-faşist rejim, uluslar arası sermaye ve
işbirlikçi Türk tekelci burjuvazisinin ekonomik-politik dönüşüm ve gelişimine
daha fazla hizmet edemezdi.
Birincisi, AKP ile ilerleyen süreç dar
bir burjuva ulusalcı kesim hariç sömürgeci burjuvazi ve egemen sınıfların
gelecek perspektifleriyle örtüşüyor, açıktan verilen desteğin yanı sıra sürece
taş koymama biçiminde dolaylı destek iç ve uluslar arası ekonomik-politik
program üzerinde bir ortaklaşma ve konsensüs anlamına geliyor.
AKP KENDİ SENDİKALARINI
KURDU
AKP devleti dönüşürken kendisi de
dönüşüyor, ancak daha belirgin olan devletin AKP’lileşmesi değil, AKP’nin
devletleşmesidir.
AKP’nin devletleşmesi tek yönlü,
sancısız ve çatışmasız ilerlemiyor.
Onu yolundan döndürecek, ele geçirdiği
mevzilerden söküp atacak kudrette bir politik güç kısa vadede karşısına çıkacak
gibi görünmüyor.
Yine de egemen sınıflar arasında burjuvazinin
klikleri ve farklı çıkarlar peşinde koşan kuvvetler arasında şimdilik lokal
düzeyde ve örtülü iktidar kavgaları yaşanıyor.
Bu kavganın tarafları arasında eski
iktidar sahipleri ve bugün payına razı olmayan iktidar ortakları yer alıyor.
Egemen sınıfların saf değiştirmelerini,
bir ortaklıktan diğerine geçmeleri, yeni ittifaklara yönelmelerini belirleyen
olgu sınıf çıkarlarıdır.
Değişimci koalisyondan pazarlık gücü
yüksek olan, dolayısıyla iktidardan daha fazla pay isteyenle bu koalisyonunun
zayıf gücü olup kendisine parya muamelesi yapılan taraflar.
AKP’nin iki zayıf noktasını
oluşturuyor.
Sınıf ilişkileri ve sınıfsal çıkarlar,
toplumsal muhalefet güçleri ve sınıf mücadelesi karşısında değişime-bozunuma
uğrar, saf değiştirmelere ve yeni ittifaklara zorlar.
İşte AKP’nin korkularını kabusa çeviren
güçlü olasılıklardan birisi de budur.
Devlet ve iktidar doğrultusunda
kurumsallaşma adımları ve yönetim tarzına sadece iktidarını sağlamlaştırma
gözüyle bakılırsa genel ve soyut, siyaseti kendi başına amaç edinmiş bir parti
olarak görme ve sunma hatasına düşülür.
AKP, sermaye birikimini güvence altına
almak için yasallaştırılmış bir baskı düzenine, hesap verme zorunluluğu olmayan
keyfi bir yönetim aygıtına ihtiyaç duyuyor.
Bunun için kitlelerin desteği ile yüksek
oy oranı, yani kitlelerin sadakatini kazanma çabalarını da göz ardı etmiyor.
Nazi Almanyası örneğinde olduğu gibi
milli hamasi nutuklar tek başına yeterli değildir bu sadakat için.
İşçi ve emekçilerin, yoksulların, emek
cephesinin de rızasını alması gerekiyor.
Bu amaçla, bir yandan çalışma ve iş
yaşamını düzensizleştiriyor, paralize edip sendikaların ulusal düzeyde ekonomik
ve politik faaliyetlerini kırarken, bir yandan yerel düzeyde parçalarda,
üretime dayalı sanayi işletmelerinde pazarlık imkanalrının kalmasını gözetiyor.
Emek hareketini tümüyle ortadan
kaldırmıyor, ayrıcalıklı bir katman geliştiriyor, sendikalar üzerindeki gücünü
pekiştirecek tedbirler ılımlı bir sendikal bürokrasi yaratıyor.
İşçi ve memur sendikaları arasında
kitlesel tabana sahip hatta en büyük konfederasyon gücüne erişmiş sendikal
örgütlenmeler bu yönelimin sonuçlarıdır.
Mevcut sendikalar arasında burjuva sarı
sendikacılık yaftalı kimi sendikalarla dahi birlikte çalışmaya yanaşmıyor
olması dikkat çekicidir.
Sendikal bürokrasiyi ekonomik-politik
rüşvet ya da baskı yolu ile yanına çekmekten ziyade yeni sendikalar kurmayı,
yeni sendikal bürokrasi yaratmayı tercih etmesi diğer burjuva parti ve
hükümetlerden farklı bir yönetime işaret ediyor.
AKP’Yİ AŞINDIRMAK VE AŞMAK
AKP’nin
artan siyasal baskısının halk arasında bir toplumsal temeli gerekiyor.
Eğer
kitle sadakati-toplumsal rıza üretimi parlamenter rejimde salt hegemonik
politikalarla mümkün olaydı “güçlü devlet” gereksiz olabilirdi.
Öyle
anlaşılıyor ki AKP, elinde tuttuğu parlamento aracı ve uyguladığı hegemonik
politika yöntemleri ile bu rıza üretimi ve sadakati yeterli bulmuyor, uzun
erimli, kalıcı ve sürekli olmayacağından kaygı duyuyor, daha sert baskı
yöntemleri ile “güçlü devlet” meylediyor.
Sermayenin
ekonomik ve politik hakimiyetini sürdürebilmesi için gerekli stratejileri
üretmede üzerine düşeni yerine getiriyor.
Hak
arayan, direnen kesimler, ilerici, sosyalist partiler, Aleviler, Kürtler,
ötekileştirilenler, nükleer karşıtları, HES protestocuları, barınma hakkı için mücadele
edenleri, toptan politik temsilin kurum dışı biçimleri olarak tasnif ediyor,
gelişmelerini büyümelerini önleyici her yola baş vuruyor.
Bunun
kalıcılığı ve güvencesi ise politik güçler dengesine bağlıdır.
“Güçlü
devlet” resmi kurumsal yapıda güçlü olabilir, fakat devlet iktidarı verili
andaki sınıf mücadelesinin sertliği ve keskinliği tarafından aşındırılır ve
aşılır.
Ne
kadar güçlü de olsa baskıcı müdahaleleri zayıf ve etkisiz kalmaktan kurtulamaz.
Bu
kaçınılmaz son AKP’nin de kaderidir.
Güç
yoğunlaşmasının zirvelerine erişen AKP’nin, Kürt yurtsever hareketi
karşısındaki acizliği ve çaresizliği bunun kanıtıdır.
Genel
olarak burjuvazinin parlamenter demokrasiden “güçlü devlet” baskıcılığına
yönelmesi onun gücünü değil, yönetme zayıflığını gösterir.
AKP’nin
“güçlü devlet”i Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerin, devrimcilerin ve
sosyalistlerin, Kürt halkı ve ulusal azınlıkların çok yakından tanıdıkları
faşist devletten başkası değildir.
Devrimci
harekete düşen görev, AKP ve egemen sınıf güçlerini yönetemez duruma düşürmek,
en güçlüsü dahil olmak üzere devlet biçimlerini işlemez hale getirmek ve
devrimci durumu örgütlemektir.
KADIN DÜŞMANI AKP
AKP,
“Büyük millet büyük güç” sloganında, erkek egemen kapitalist sistemin kadın
düşmanı politikalarını da tanımlıyor.
Nazi
Almanyası örneğinde de görüldüğü üzere AKP Hükümeti’nin 10 yıllık iktidarı, “üç
çocuk” söyleminden, kürtaj hakkının yasaklanmasına ve çocuk doğurma yönteminin
belirlenmesine kadar varan erkek egemen cinsiyetçilikle kadınlara saldırısını
sürdürdü.
Kadının
korunması değil, “Büyük millet”i oluşturacak olan ailenin korunması esas
alındı.
AKP
Hükümeti’nde kadına yönelik şiddet %1400 arttı.
Son
9 yılda 4190 kadın katledildi.
Koruma
talebiyle polise veya savcılığa başvuran kadınların %73’ü öldürüldü.
Onbinleri
aşan çocuk ve kadın, cinsel saldırılara maruz kaldı.
MEDYADA TEK SES
Tutuklu
gazeteci sayısı 105’e kadar çıktı, tahliye olanlarla halen, çoğunluğu Kürt
basınından 80’i bulan gazeteci tutuklu.
Süren
davaların ise sayısı binlerle ifade ediliyor.
AKP
Hükümeri, Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun oluşmasında ve etkin bir mücadele
yürütmesinde öncülük yapan Türkiye Gazeteciler Sendikası’nı da hedef alıp,
Anadolu Ajansı’ndaki üyeleri baskı ve zorla istifa ettirdi.
Ana
akım medyadan birçok gazeteci, AKP politikalarını eleştirdiği için işten
atıldı.
Sosyalist
basından çalışanları ve yazarları hapis yattı.
Haberde
Objektif-Yorumda Devrimci Atılım Gazetesi Eski Yazıişleri Müdürü Hatice Duman,
müebbet hapsi aldı.
AKP İKTİDARININ 10 YILLIK İCRAATLARINDAN BAZILARI
Her
aileden %64’ü borçlu yaşıyor. Yurttaşların toplam borcu 6,5 milyardan 252
milyar TL’ye yükseldi. AB standartlarına göre yoksul sayısı 17 milyon. Kayır
dışı istihdam %40.
Genel
Sağlık Sigortası Yasası çıkartılarak sosyal güvenlikte özelleştirme yolunda
önemli bir adım atıldı. Sağlık için bütçeden harcanan para artarken, bu paranın
büyük kısmı özel hastanelerin kasasını doldurdu.
Tersaneler,
madenler, inşaat sektörü başta gelmek üzere 10 yıllık AKP iktidarında 10 bin
297 işçi yaşamını yitirdi. Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa birincisi ve Dünya
üçüncüsü durumuna geldi. Afşin Elbistan’da göçük altında kalan termik santral
işçileri için Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın “Güzel öldüler!” sözü, AKP’nin
emekçi düşmanlığının simgesi oldu.
Doğal
afetler, alınmayan önlemler nedeniyle yıkımlara yol açtı. Samsun’da dere
yataklarının yer değiştirilmesiyle yapılan TOKİ binalarında yaşanan sel
nedeniyle 6 vatandaş yaşamını yitirdi. İstanbul’da değişik dönemlerde yaşanan
sel felaketlerinde toplam 31 kişi öldü.
Van
depreminde 644 kişi yaşamını yitirirken, depremden etkilenen Vanlıların büyük
bir kısmı halen çadırlarda yaşıyor. Kentsel dönüşüm adıyla, yüz binlerce ev
hakkında yıkım kararı alındı.
AKP,
tekçilik siyasetinin devamcısı oldu. Tek millet, tek bayrak, tek din, tek dil,
tek mezhep, tek cinsiyete kadar, Anadolu ve Mezopotamya’nın kadim haklarını,
inançlarını yok saydı. Aşağıladı, hakaretler yağdırdı. Evler işaretlendi.
Asimilasyon politikalarına fiziki saldırılar eklendi. Son olarak, Malatya
Süngü’de Alevilere saldırılar düzenlendi. Ezidi inancı aşağılandı. LGBT
bireylerine yönelik nefret söylemleri cinayetlere kadar vardı, onlarca kişi
yaşamını yitirdi.
Başbakan
Erdoğan, Kars’taki “İnsanlık heykeli”ne ucube olarak tanımlaması, 10 yıllık
iktidarının kültür ve sanata yaklaşımını ortaya koydu. Barajlar, Bergama ve
Hasankeyf başta olmak üzere tarih sulara gömüldü. Şehir Tiyatroları,
bürokratların yönetimine verildi.
“Sıfır
sorun” adı verilen dış politika, Suriye’yle savaş eşiğine getirdi. “Bölge
liderliği” yaklaşımıyla, sorunsuz sınır komşusu kalmadı.
Eğitim
sistemi, 4+4+4 sistemiyle, sermayenin, dinin ve AKP siyasetinin hizmetine
sokuldu. Sınav sistemindeki şifre skandallarıyla milyonlarca öğrenci mağdur
oldu. “Demokratik, bilimsel, anadilde eğitim” talep eden öğrenciler gözaltı ve
tutuklama saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Atanamadıkları için gelecekleri
kararan yüz binlerce öğretmen adayı “Atanamayan öğretmenler” hareketi başlattı.
Kürt sorununda çözümsüzlük, onlarca çocuk,
askerlerin ve polisin kurşunuyla yaşamını kaybederken “TMK mağduru çocuklar”
kavramı AKP siyasetini tanımlar hale geldi. Tutuklanan çocuklar, Pozantı
örneğinde olduğu gibi hapishanelerinde işkence, tecavüz, taciz
saldırılarına uğradı. Roboski katliamı
AKP iktidarının gerçek yüzüydü. 34 Kürt köylüsü, savaş uçaklarından atılan
bombalarla yaşamını yitirdi. Kürt siyasetçilerine vurulan kelepçeler bir kez
daha görüldü. AKP iktidarında milletvekilleri de dahil olmak üzere BDP çatısı
altında siyaset yapan binlerce kişiyi, KCK davaları adı altında hapishanelere
tıktı. Anadilde eğitim ve savunma hakkı talepleriyle, 72 hapishanede 10 bine
yakın Kürt siyasetçisi açlık grevine girdi.