DÜNYANIN TÜM İŞÇİLERİ BİRLEŞİN
PROLETARYA’NIN VATANI OLMAZ
“Aşırı çalışma, emekçiyi bir dolap beygirine
çevirme sermayeyi çoğaltmanın ya da
artı-değer üretimi hızlandırmanın bir aracıdır. Bu ekonomi, daracık ve sağlığa
zararlı yerlere işçileri üst üste yığmaya ya da kapitalistlerin diliyle “yerden
tasarrufa”; güvenlik aygıtları kullanmaksızın, tehlikeli makinaları avuç içi
kadar yerlere doldurmaya; sağlığa zararlı ya da madencilikte olduğu gibi üretim
süreçlerinde güvenlik kurallarını ihmal etmeye vardırır. Üretim sürecini işçi
için insani, zevkli ya da hiç değilse
dayanılabilir hale getirmek için gerekli koşulların ve önlemlerin hiçbirinin yerine
getirilmediğinin burada sözünü bile etmiyoruz. Kapitalist açısından bu tamamen
yararsız ve anlamsız bir israftır. Kapitalist üretim biçimi genellikle, bütün
pintiliğine karşın, kendi insan malzemesi konusunda çok hovardadır…” (Mars).
Egemen sınıfın düşünceleri, bütün
çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü
olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde
bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin
araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine girmiş
durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin
düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa
bağımlıdır. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden
başka bir şey değildir, egemen düşünceler, fikirler biçiminde kavranan maddi,
egemen ilişkilerdir, şu halde bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerin
ifadesidirler; başka bir deyişle, bu düşünceler, onun egemenliğinin
fikirleridirler. Egemen sınıfı meydana getiren bireyler, başka şeyler yanında,
bir bilince de sahiptirler ve sonuç olarak düşünürler; bu bireyler, bir sınıf
olarak egemen oldukça ve tarihsel çağı bütün genişliğince belirledikçe, elbette
ki, bu bireyler sınıflarının bütün genişliğince egemendirler ve öteki şeyler
bakımından olduğu kadar, düşünürler, fikir üreticileri olarak da egemendirler
ve kendi çağlarının düşüncelerinin üretimi ve dağıtımını düzenlerler; o halde
onların düşünceleri, çağlarının egemen düşünceleridir. Örneğin kraliyetin,
aristokrasinin ve burjuvazinin iktidar için çekiştikleri ve dolayısıyla
iktidarın paylaşılmış olduğu bir devirdeki bir ülkede, kuvvetlerin ayrımı
öğretisinin artık "ebedi yasa" olduğu öne sürülen egemen öğreti
olduğu görülür. Şimdiye değin tarihin başlıca güçlerinden birisi olarak
yukarıda görmüş olduğumuz işbölümü, egemen sınıfta, zihinsel ve fiziksel emeğin
bölünmesi olarak kendini gösterir. Böylece, bu sınıf içersinden, bir kesim,
sınıfın düşünürleri olarak (sınıfın kendi hakkındaki yanılsamaların oluşumunu
kendi başlıca geçim kaynakları haline getiren faal ve kuramsal ideologları
olarak) ortaya çıkarlarken, diğerleri, gerçekte bu sınıfın faal üyeleri oldukları
halde kendileri hakkında hayal ve düşünceler yaratmaya daha az zamanları olması
nedeniyle, bu düşünce ve yanılsamalara karşı tutumları daha pasif ve
kabullenicidir. Bu sınıf içindeki bu ayrılık, iki taraf arasında belli bir
karşıtlığa ve düşmanlığa da dönüşebilir, ama sınıfın kendi varlığını tehdit
eden pratik bir çatışma durumunda, bu durum kendiliğinden ortadan kalkar, ve
egemen düşüncelerin egemen sınıfın düşünceleri olmadıkları ve bu sınıfın
gücünden ayrı bir güce sahip bulundukları yolundaki görüntü de uçup gider.
Belirli bir çağda devrimci fikirlerin varlığı, devrimci bir sınıfın varlığını
öngörür, bu öncüllerin neler oldukları konusunda gerekli şeyleri yukarıda
söylemiştik. Karl Marx (Alman İdeolojisi..say.36)
İlkin, emeğin işçiye dışsal olması
olgusu, yani emeğin onun özsel doğasına ait olmaması; bu nedenle çalışmasında
kendisini doğrulamaz tersine yadsır, hoşnutluk değil mutsuzluk hisseder,
fiziksel ve zihinsel enerjisini özgürce geliştirmez, tersine vücudunu küçük düşürür ve aklını mahveder. İşçi bu
nedenle kendisini yalnızca işinin dışındayken hisseder ve işinin başındayken
kendisini kendi dışında hisseder. Çalışmadığında evdeymiş gibi hisseder ve
çalıştığında evde değilmiş gibi. Emeği bu nedenle istemli değildir, mecburidir;
zorunlu emektir. Sırf kendine dışsal ihtiyaçları tatmin etme aracıdır. Emeğin
yabancı karakteri, hiçbir fiziksel ya da diğer türden zorlama olmadığında
çalışmaktan vebadan kaçılır gibi kaçılması olgusuyla açıkça ortaya çıkar.
Dışsal
emek, insanın kendisine yabancılaştığı emek, bir özveri, bir küçük düşme
emeğidir. Son olarak emeğin işçiler açısından dışsal karakteri, bu emeğin onun
kendisinin değil bir başkasının olması olgusunda, emeğin ona ait olmamasında,
çalışırken onun kendisine değil bir başkasına ait olmasında ortaya çıkar. Dinde
insan imgeleminin, insan beyninin ve insan yüreğinin öz etkinliği, nasıl birey
üzerinde ondan bağımsız olarak, yani tanrısal ya da şeytani yabancı bir
faaliyet olarak etkili olursa, işçinin faaliyeti de tıpkı öyle, kendi öz
etkinliği değildir. Bir başkasına aittir; kendi kişiliğinin kaybolmasıdır.
[bkz. Marx, 1844 El Yazmaları, Sol Y. Kasım 1993, s.143-144] Karl Marx
İlkel komünal toplulukların
çözülmesiyle, toplumun farklı ve en sonu karşıt sınıflara bölünmesi başlar. Bu
tarihten başlayarak günümüze kadarki tüm toplum-ların tarihi sınıf savaşımları
tarihidir. Karl
Marx
Egemen sınıfın düşünceleri, bütün
çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan
sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde
bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin
içine girmiş durumdalardır ki, kendilerine zihinsel üretim araçları
verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır.(K.
Marx, Alman İdeolojisi) K. Marx
Sermayenin kendisini genişletmesi için
sermaye ile durmadan kaynaşmak zorunda kalan ve sermayeden kopup ayrılması
olanaksız bulunan, sermayeye köleliği, yalnızca, kendisini sattığı bireysel
kapitalistlerin başka başka olmalarıyla gözlerden saklanan
bu emek-gücü kitlesinin yeniden-üretimi, aslında sermayenin kendisinin yeniden
üretiminin kökü ve esasıdır. Bu yüzden sermaye birikimi, proletaryanın
çoğalması demektir. [ü.f.kar, s.45] Karl
Marx
İşçi yaşamını [ürettiği] nesneye koyar.
Bu durumda yaşamı ona ait değildir [artık], ürettiği bu nesneye aittir. O hâlde
bu faaliyet ne kadar büyükse, işçi de o kadar nesnesizdir. O emeğinin
[çalışmasının] ürünü olan şey değildir [artık]. Yani
bu ürün ne kadar büyükse, işçi de o kadar daha az kendisidir. İşçinin
ürünündeki bu [kendine] yabancılaşması, yalnızca emeğinin bir nesneye,
dışındaki bir varlığa dönüşmesi anlamına gelmez, üstelik emeğinin kendisinin
dışında, ondan bağımsız olarak, ona yabancı bir varlık olarak mevcut olması ve
onun karşısında bağımsız bir güce dönüşmesi, yaşamını koyduğu bu nesnenin
yabancı ve düşman olarak karşısına çıkması anlamına da gelir.» (K. Marx,
a.g.e., "Yabancılaşmış Emek" bölümü) K. Marx
… makinede gerçekleşen bilim, işçilere
karşı sermaye olarak ortaya çıkar. Ve gerçekte bilimin, doğal güçlerin ve
emeğin ürünlerinin büyük ölçekte, toplumsal emek üzerinden kurulmuş
uygulanmalarının tümü, yalnızca emeğin sömürüsünün araçları artı emeğe el koyma araçları dolayısıyla emeğe karşı
sermayenin sahip olduğu güçler olarak ortaya çıkarlar. Doğal olarak sermaye,
emeği sömürmek için tüm bu araçları kullanır; ama sömürmek için bunları üretime
uygulamak zorundadır. Ve bu yüzden de emeğin toplumsal üretken güçlerinin
gelişmesi ve bu gelişmenin koşulları, sermayenin eylemi olarak belirir; buna
karşı bireysel emekçi yalnızca edilgen bir tutum içinde olur, yine de bu
gelişme ona karşı cereyan eder. (Marks, 1998: 366-67). Karl Marx
Servet biriktirme hırsı, doğası gereği
sınırsızdır. Para, her tür metaya doğrudan doğruya çevrilebilir olduğundan,
nitelik ya da biçim açısından sınırlanmamıştır, yani maddi zenginliğin genel
temsilcisidir. Ama aynı zamanda, fiilen var olan her para
toplamı nicel açıdan sınırlıdır ve dolayısıyla bir satın alma aracı olarak
sınırlı bir etki alanına sahiptir. Paranın nicel sınırlılığı ile nitel
sınırsızlığı arasındaki bu çelişki, servet biriktiricisini, sürekli olarak
Sisyphos’unkine benzer biriktirme işine dönmeye zorlar. O, her yeni fethettiği
ülkede sadece yeni bir sınır gören bir dünya fatihi gibidir. (Marx, Kapital,
Cilt 1, s. 136) Karl Marx
Bir kutupta servet birikimi, diğer
kutupta, yani kendi emeğinin ürününü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında,
sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cahilliğin, zalimliğin, aklî
yozlaşmanın birikimi aynı anda olur”
Karl Marx
Karl Marx
Proletarya, burjuvaziyle
olan savaşımında, mutlaka kendini bir sınıf olarak örgütler... Devrim yoluyla
egemen sınıf durumuna gelir, ve, egemen sınıf olarak eski üretim koşullarını
zorla süpürüp atar. (Komünist Manifesto) Karl Marx
Üretim güçlerinin gelişmesinde, sosyal
ilişkilerin yıkımında, düşünlerin oluşumunda sürekli bir hareket vardır;
değişmeyen tek şey, hareketin soyutlamasıdır. (Felsefenin Sefaleti) Karl Marx
Eski toplumun sınıfları arasındaki çatışmaların tümü, proletaryanın gelişim çizgisine birçok bakımdan yardımcı olur. Burjuvazi kendisini sürekli bir savaş içerisinde bulur. Başlangıçta aristokrasi ile; daha sonraları bizzat burjuvazinin, çıkarları sanayiin ilerlemesine ters düşen kesimleri ile; her zaman da, yabancı ülkelerin burjuvazisi ile. Bütün bu savaşlarda, proletaryaya başvurmak, onun yardımını istemek, ve böylece, onu siyaset arenasına sürüklemek zorunda kaldığını görür. Demek ki, proletaryaya kendi siyasal ve genel eğitim öğelerini sağlayan bizzat burjuvazidir, bir başka deyişle, burjuvaziye karşı savaşacağı silahları proletaryaya sağlayan kendisidir. (Marx, Manifesto)
Eski toplumun sınıfları arasındaki çatışmaların tümü, proletaryanın gelişim çizgisine birçok bakımdan yardımcı olur. Burjuvazi kendisini sürekli bir savaş içerisinde bulur. Başlangıçta aristokrasi ile; daha sonraları bizzat burjuvazinin, çıkarları sanayiin ilerlemesine ters düşen kesimleri ile; her zaman da, yabancı ülkelerin burjuvazisi ile. Bütün bu savaşlarda, proletaryaya başvurmak, onun yardımını istemek, ve böylece, onu siyaset arenasına sürüklemek zorunda kaldığını görür. Demek ki, proletaryaya kendi siyasal ve genel eğitim öğelerini sağlayan bizzat burjuvazidir, bir başka deyişle, burjuvaziye karşı savaşacağı silahları proletaryaya sağlayan kendisidir. (Marx, Manifesto)
Modern sanayinin ilerlemesi, sermaye ile emek
arasındaki sınıf karşıtlığını ne ölçüde geliştirmiş, yaygınlaştırmış ve
yoğunlaştırmışsa, devlet iktidarı da, sermayenin emek üzerindeki ulusal
(günümüzde giderek küresel-bn) iktidarı, toplumsal köleliği sürdürmek için
örgütlenmiş bir kamu gücü ve sınıf despotizmi motoru olma özelliğini o ölçüde
daha fazla kazandı.” (Fransa’da İç Savaş, abç) Karl Marx
Krizler, daima, mevcut çelişkilerin
ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş
dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır. (Marks, Kapital, C. III, s. 259).
Kapitalist , cimri gibi , kendi kişisel
emeği ve kısıtlı tüketimiyle orantılı olarak zenginleşmez; başkalarının emek
güçlerini ezdiği ve işçiyi hayatın zevklerinden vazgeçmeye zorladığı oranda
zenginleşir... Karl
Marx
Marx, 1859'da Berlin'de yayımlanmış olan
Ekonomi politiğin eleştirisine katkı'nın önsözünde, 1845'de Brüksel'de nasıl
beraberce bir girişimde bulunduğumuzu anlatır. Bu girişimimizin amacı,
"ortak bir çalışma içinde, kendi görüş tarzımız
[yani esas itibarıyle Marx tarafından kotarılmış olan materialist tarih
anlayışı] ile Alman felsefesinin ideolojik tarih anlayışı arasındaki karşıtlığı
ortaya koymak; aslında ise, eski felsefî bilincimizle hesaplaşmaktı. Bu amaç,
post-hegelci felsefenin bir eleştirisi şeklinde gerçekleşmiştir. İn-octavo iki kalın
defter tutan manüskri, Westfalen'deki yayıncıya ulaştırılalı epey zaman olmuştu
ki, değişen şartların artık onun basımı için elverişli olmadığını öğrendik.
Fakat, asıl amacımıza erişmiş, kendimizi aydınlığa çıkarmış olduğumuz için,
manüskriyi farelerin kemirici eleştirisine bırakmakta hiçbir sakınca
görmedik."
O tarihten bu yana kırk yılı aşkın bir zaman geçti ve ikimizden biri tekrar bu konuya dönmeye fırsat bulamadan, Marx öldü. Hegel'le ilişkilerimize dair düşüncelerimizi çeşitli yerlerde açıklamış olmamıza rağmen, bunu hiçbir zaman sistemli bir şekilde yapmadık. Hele, Hegel felsefesi ile bizim anlayışımız arasında, ne de olsa, birçok bakımdan bir ara halka oluşturan Feuerbach'a bir daha hiç dönmedik.
Bu arada Marx'ın dünya görüşü Almanya ve Avrupa sınırlarının çok ötesinde, dünyanın bütün uygar dillerinde kendisine taraftarlar buldu. Öte yandan, klasik Alman felsefesi, halen yabancı diyarlarda, özellikle İngiltere ve İskandi-navya'da bir çeşit yeniden diriliş geçirmekte ve hattâ Almanya'da bile üniversitelerde felsefe adı altında ortaya sürülen yavan eklektik çorbalar artık bıkkıntı vermeye başlamış görünmektedir.
Bu durumda, Hegel felsefesiyle ilişkilerimizin; bu felsefeden nasıl çıkıp, ondan nasıl ayrıldığımızın kısa ve sistemli bir ekspozesi, bana gittikçe artan bir ihtiyaç olarak görünüyordu. Keza, gençliğimizin o fırtınalı döneminde Feuerbach' ın, başka herhangi bir post-hegelci filozoftan daha çok üzerimizde yapmış olduğu etkinin tam bir açıklıkla kabul ve teslim edilmesi, benim gözümde henüz ödenmemiş bir gönül borcu idi. Bunun için, Neue Zeit dergisi yazı heyeti, Starcke' nin Feuerbach hakkındaki kitabı üzerine benden bir eleştiri yazısı istediği zaman, bu fırsatı memnuniyetle karşıladım. Çalışmam, adı geçen derginin 1886 yılına ait 4.ve 5.sayılarında yayımlandı ve şimdi de burada gözden geçirilmiş ayrı bir edisyon olarak yayımlanmaktadır.
Bu satırları baskıya göndermeden önce, 1845-46'ların eski manüskrisini bulunduğu yerden çıkararak, yeniden gözden geçirdim. Feuerbach hakkındaki bölüm tamamlanmamış. Yazılan kısım, tarihi materyalizm anlayışının bir ekspozesinden ibaret olup, sadece, o zamanlar iktisat tarihi bilgimizin ne kadar eksik olduğunu gösteriyor. Bizzat Feuerbach doktrininin eleştirisini de içermediğinden, onu şimdiki amacım için kullanamazdım. Buna karşılık, bu kitaba ek olarak yayımlanan, Feuerbach hakkındaki onbir tezi buldum. Bunlar daha ilerde işlenmek üzere çalakalem kağıda dökülmüş ve asla yayımlanması düşünülmemiş basit notlar olmakla birlikte, içinde yeni dünya görüşünün yegane tohumları yatan ilk doküman olmak bakımından paha biçilmez bir değer taşımaktadırlar.
Londra, 21 Şubat 1888 Freidrich Engels
O tarihten bu yana kırk yılı aşkın bir zaman geçti ve ikimizden biri tekrar bu konuya dönmeye fırsat bulamadan, Marx öldü. Hegel'le ilişkilerimize dair düşüncelerimizi çeşitli yerlerde açıklamış olmamıza rağmen, bunu hiçbir zaman sistemli bir şekilde yapmadık. Hele, Hegel felsefesi ile bizim anlayışımız arasında, ne de olsa, birçok bakımdan bir ara halka oluşturan Feuerbach'a bir daha hiç dönmedik.
Bu arada Marx'ın dünya görüşü Almanya ve Avrupa sınırlarının çok ötesinde, dünyanın bütün uygar dillerinde kendisine taraftarlar buldu. Öte yandan, klasik Alman felsefesi, halen yabancı diyarlarda, özellikle İngiltere ve İskandi-navya'da bir çeşit yeniden diriliş geçirmekte ve hattâ Almanya'da bile üniversitelerde felsefe adı altında ortaya sürülen yavan eklektik çorbalar artık bıkkıntı vermeye başlamış görünmektedir.
Bu durumda, Hegel felsefesiyle ilişkilerimizin; bu felsefeden nasıl çıkıp, ondan nasıl ayrıldığımızın kısa ve sistemli bir ekspozesi, bana gittikçe artan bir ihtiyaç olarak görünüyordu. Keza, gençliğimizin o fırtınalı döneminde Feuerbach' ın, başka herhangi bir post-hegelci filozoftan daha çok üzerimizde yapmış olduğu etkinin tam bir açıklıkla kabul ve teslim edilmesi, benim gözümde henüz ödenmemiş bir gönül borcu idi. Bunun için, Neue Zeit dergisi yazı heyeti, Starcke' nin Feuerbach hakkındaki kitabı üzerine benden bir eleştiri yazısı istediği zaman, bu fırsatı memnuniyetle karşıladım. Çalışmam, adı geçen derginin 1886 yılına ait 4.ve 5.sayılarında yayımlandı ve şimdi de burada gözden geçirilmiş ayrı bir edisyon olarak yayımlanmaktadır.
Bu satırları baskıya göndermeden önce, 1845-46'ların eski manüskrisini bulunduğu yerden çıkararak, yeniden gözden geçirdim. Feuerbach hakkındaki bölüm tamamlanmamış. Yazılan kısım, tarihi materyalizm anlayışının bir ekspozesinden ibaret olup, sadece, o zamanlar iktisat tarihi bilgimizin ne kadar eksik olduğunu gösteriyor. Bizzat Feuerbach doktrininin eleştirisini de içermediğinden, onu şimdiki amacım için kullanamazdım. Buna karşılık, bu kitaba ek olarak yayımlanan, Feuerbach hakkındaki onbir tezi buldum. Bunlar daha ilerde işlenmek üzere çalakalem kağıda dökülmüş ve asla yayımlanması düşünülmemiş basit notlar olmakla birlikte, içinde yeni dünya görüşünün yegane tohumları yatan ilk doküman olmak bakımından paha biçilmez bir değer taşımaktadırlar.
Londra, 21 Şubat 1888 Freidrich Engels
Yaygın makine kullanımı ve işbölümü
yüzünden, proleterin işi tüm bireysel karakterini ve dolayısıyla işçi açısından
tüm cazibesini yitirir. İşçi makinenin bir eklentisi haline gelir ve ondan
istenen tek şey, yalnızca en basit, en monoton ve en kolay
edinilen hüner olur. Bu nedenle işçinin üretim maliyeti neredeyse tümüyle,
hayatta kalması ve soyunun çoğalması için ona gereken geçim araçlarıyla
sınırlanır. Ama bir metaın ve dolayısıyla emeğin fiyatı onun üretim maliyetine
eşittir. Bu nedenle işin iğrençliği arttığı oranda ücret düşer. Daha da kötüsü,
makinelerin kullanımı ve işbölümü arttığı ölçüde, ister çalışma saatlerinin
uzatılmasıyla, ister belli bir zaman süresinde çekilip alınan iş miktarının
artışıyla, isterse de makinelerin artan hızıyla vb. olsun, işin ağırlığı da
artar. (Komünist Manifesto) K. Marx - F.
Engels
Sermaye, ölü emektir ve ancak vampir
gibi canlı emeği emmekle yaşayabilir, ve ne kadar çok emek emerse, o kadar çok
yaşar. İşçinin çalıştığı süre, kapitalistin ondan satınaldığı emek gücünü
harcadığı süredir. Karl Marx
“Hiç
şüphesiz, fabrikatör, işçiye artıktan başka bir şey vermeyecek. dünyayı özel
mülkiyet yönettiği sürece, proletaryaya, aç kalmaktan, yaşamını sürdürmek için
savaşmaktan başka bir yol kalmıyor. Ama yarın her şey daha başka olacak ve biz
bunun için hazırlanmalıyız” Friedrick Engels
Her tarih döneminin ekonomik üretimi ve zorunlu olarak bundan çıkan
toplumsal biçimlenme, o dönemin politik ve düşünce tarihinin temelidir; ve
bunun sonucu olarak, (ilkel komünal toprak mülkiyetinin ortadan kalkmasından
buyana) tüm tarih, sömürenle sömürülen, egemen olanla egemen olmayan sınıfların
sosyal gelişmenin çeşitli aşamalarındaki savaşımlarının, yani sınıf
savaşımlarının tarihidir; ama bu savaşımın şimdi ulaştığı aşamada, sömürülen ve
ezilen sınıf (proletarya), aynı zamanda tüm toplumu sömürüden, ezilmeden ve
sınıf savaşımlarından nihai olarak kurtarmadan, kendisini sömüren ve ezen
sınıftan (burjuvaziden) kurtaramaz..." (Komünist Manifesto'nun Almanca
baskısına önsöz) Engels
İş araçlarının* kullanımı ve yapımı,
bunlar embriyo halinde bazı hayvan türleri arasında da görülmekle birlikte,
insanın yürüttüğü spesifik iş sürecinin belirleyici niteliğidir; ve bundan
dolayı, Franklin, insanı 'alet yapan hayvan' (a tool-making animal) diye tanımlamıştır. Fosil durumundaki
kemik kalıntılarının bulunup biraraya getirilmesi, nesli tükenmiş hayvan
türlerinin yapılarını anlamak için nasıl bir önem taşıyorsa, alet, yani iş
araçları kalıntıları da tarihe karışmış ekonomik toplum biçimleri üzerinde
yapılan incelemeler ve varılacak sonuçlar için aynı önemi taşır. Ekonomik
çağları birbirinden ayırdeden şey, yapılmış olan maddeler değil, bunların nasıl
ve hangi iş araçlarıyla yapılmış olduğudur... İş araçları yalnızca insan
işgücünün geçirmiş olduğu gelişmenin derecesini ölçen şeyler olmakla kalmazlar,
aynı zamanda, bu işgücünün hangi toplumsal koşullar altında kullanılmış
olduğunu da gösterirler. Karl Marx (Kapital, Cilt I.)
İşgününün, emekçinin kendi emek-gücünün
değerine eşit bir değeri ürettiği noktanın ötesine uzatılması ve bu artı-emeğe
sermaye tarafından elkonulması, işte bu, mutlak artı-değer üretimidir.
Kapitalist sistemin genel dayanağını ve nispi artı-değer üretiminin çıkış
noktasını bu oluşturur. Karl Marx (Kapital c.1, s.436, s.437)
Sosyal ilişkiler, üretim güçleriyle
sıkısıkıya bağlıdırlar. İnsanlar yeni üretim güçleri elde ederek üretim
biçimlerini değiştirirler, ve, üretim biçimlerini, yaşamlarını kazanma biçimlerini
değiştirerek, bütün sosyal ilişkilerini değiştirirler. El değirmeni size feodal
toplumu, buhar makinesi kapitalist toplumu verecektir. (Felsefenin Sefaleti) Karl Marx
Şimdi bir de kapitalisti ele alalım. Kapitalist, elden geldiğince az parayla, elden geldiğince çok emek elde etmek isteyecektir. Bu yüzden, uygulamada onu ilgilendiren tek şey, emek-gücü fiyatıyla, bunun işlevinin yarattığı değer arasındaki farktır. Bir de, ayrıca, her türlü metaı elden geldiğince ucuza almaya çalışır ve düpedüz kandırmayı, bir şeyi değerinin altında alıp, bu değerin üzerinde satmayı kendine kâr bilir. Bu yüzden de, eğer emeğin değeri diye bir şey gerçekten varsa, ve o, bu değerin karşılığını gerçekten öderse, sermaye diye bir şeyin olmayacağını, parasının sermayeye dönüşemeyeceğini hiç bir zaman göremez. Karl Marx (Kapital, S.463,464)
Şimdi bir de kapitalisti ele alalım. Kapitalist, elden geldiğince az parayla, elden geldiğince çok emek elde etmek isteyecektir. Bu yüzden, uygulamada onu ilgilendiren tek şey, emek-gücü fiyatıyla, bunun işlevinin yarattığı değer arasındaki farktır. Bir de, ayrıca, her türlü metaı elden geldiğince ucuza almaya çalışır ve düpedüz kandırmayı, bir şeyi değerinin altında alıp, bu değerin üzerinde satmayı kendine kâr bilir. Bu yüzden de, eğer emeğin değeri diye bir şey gerçekten varsa, ve o, bu değerin karşılığını gerçekten öderse, sermaye diye bir şeyin olmayacağını, parasının sermayeye dönüşemeyeceğini hiç bir zaman göremez. Karl Marx (Kapital, S.463,464)
Kapitalist üretim, yalnızca meta üretimi
değil, esas olarak artı-değer üretimidir. Emekçi, kendisi için değil, sermaye
için üretir. Bu nedenle, artık yalnızca üretmesi yetmez. Artı-değer üretmek de
zorundadır. Karl Marx (Kapital
c.1, s.436)
Pazarda, para sahibi ile doğrudan
doğruya yüzyüze gelen aslında emek değil, emekçidir. Onun sattığı, kendi
emek-gücüdür. Onun emeği, fiilen başlar başlamaz, artık, ona ait olmaktan
çıkmıştır ve bunun için de bu emeğin şimdi onun tarafından satılması söz konusu
olamaz. Emek, değerin özü, ve değerin içkin ölçüsüdür, ama kendisinin değeri
yoktur. Karl Marx (Kapital,
s.454)
Sonu olan fakat başlangıcı
olmayan bir sonsuzluğun, başlangıcı olan fakat sonu olmayan bir sonsuzluktan ne
daha çok ne de daha az sonsuz olduğu açıktır. En küçük diyalektik kavrayış bile
Bay Dühring’e, başlangıç ve sonun tıpkı Kuzey ve Güney kutbu gibi zorunlu
olarak birbirlerine bağlı bulunduğunu ve eğer son kaldırılıp atılırsa, bizzat
başlangıcın bir son haline –bir serinin sahip olduğu tek son haline– geleceğini
(ve tersi) söylemesi gerekirdi. Sonsuz serilerle çalışma matematiksel
alışkanlığı olmasaydı, bütün aldanma imkânsız olurdu. Matematikte belirsize,
sonsuza ulaşmak için belirli, sonlu terimlerden başlamak gerektiği için,
pozitif ya da negatif olsun tüm matematiksel seriler 1 sayısıyla başlamak
zorundadır, aksi takdirde bu seriler hesap yapmakta kullanılamazlar. Ama
matematikçinin mantıksal gereksinmesi gerçek dünya için zorunlu bir yasa
olmaktan çok uzaktır. Engels (Anti-During)
Ben vaktimi kadınlarla geçirip cinsel
arzularımı tatmin edeceğime ezilen işçi sınıfını bulunduğu bataklıktan
çıkarmayı yeğlerim. Üstelik kadın cinsel eğlence aracı değildir. Asla böyle
aşağılık bir tabakada bulunamaz. Kadını bir köpek gibi eğlenme amaçlı görenler
ise Burjuvalardan başkası değildir. Friedrich Engels
Demokratik dar kafalılar
"proletarya diktatörlüğü sözcüğünü duyduklarında yenilerde yine yararlı bir
korkuya kapılıyorlar. Pekala, Baylar, bu diktatörlüğün nasıl birşey olduğunu
bilmek mi istiyorsunuz? Paris komünü'ne bakın. O, proletarya
diktatörlüğüydü." Engels
Günümüzün toplumundaki bütün
kötülüklerin temelini koruyup, aynı zamanda, bizzat kötülükleri yoketmeyi
istemek, burjuva sosyalizminin esasıdır. Komünist Manifesto'da zaten
belirtildiği gibi, burjuva sosyalistleri "burjuva toplumunun sürekli
varlığını sağlamak için toplumsal düşmanlıkların kılık değiştirmesini"
arzulamaktadırlar; "proletaryasız bir burjuvazi" istemektedirler.
(K.sorunu, s.44) Friedrich Engels
Sermaye her gün artıyor; nüfusla
birlikte emeğin gücü de büyüyor; ve bilim her geçen gün, doğa güçlerini insanın
hizmetine daha çok sokuyor. Bu üretken kapasite, bilinçli olarak ve herkesin
çıkarı doğrultusunda uygulansaydı, insanlığın payına
düşen emek, kısa zamanda asgariye indirilmiş olurdu. Rekabete bırakılacak olursa
o da aynı şeyi yapar ama çelişkiler çerçevesi içinde. Toprağın bir bölümü en
iyi biçimde işletilirken, bir bölümü bomboş durmaktadır. Sermayenin bir bölümü
şaşırtıcı bir hızla dolanırken, bir bölümü de sandıklarda ölü yatıyor.
İşçilerin bir bölümü günde 16 saat çalışırken diğer bölümü işsiz ve açlıktan
ölüyor. Engels
“Emperyalizm, genel anlamda,
kapitalizmin temel özelliklerinin gelişmesi ve doğrudan devamı olarak ortaya
çıkmıştır. Fakat kapitalizm, kapitalist emperyalizm haline ancak gelişmesinin
belirli ve çok yüksek bir düzeyinde, onun temel özelliklerinden bazıları kendi
karşıtlarına dönüşmeye başladığı ve bütün alanlarda, kapitalizmin daha yüksek
bir toplumsal-ekonomik düzene geçiş döneminin bazı öğeleri biçimlenip
belirdiği zaman gelebilmiştir. Bu süreç içinde ekonomik yönden esas olan,
kapitalist serbest rekabetin yerine kapitalist tekellerin geçmesidir. Serbest
rekabet, kapitalizmin ve genel olarak meta üretiminin temel özelliğidir; tekel,
serbest rekabetin tam karşıtıdır; fakat bizzat serbest rekabet büyük üretimi
yaratarak, küçük üretimi safdışı bırakarak, büyük işletmenin yerine daha
büyüğünü geçirerek, kısacası, üretimin ve sermayenin yoğunlaşmasını tekelleri
doğuracak kadar artırarak, gözlerimizin önünde tekel durumuna dönüşmeye
başlamış ve karteller, sendikalar, tröstler ve sermayeleri bunlarla iç içe
geçmiş, milyarları çekip çeviren bir düzine banka oluşmuştur. Bu arada
tekellerin içinden çıktıkları serbest rekabeti yok etmediklerini, onun üstünde
ve yanında var olmaya devam ettiklerini, böylece de son derece keskin, şiddetli
sürtüşmelere, çatışmalara yol açtıklarını görüyoruz. Tekel, kapitalizmden, daha
yüksek bir düzene geçiştir.” (Lenin, Emperyalizm)
Proletarya diktatörlüğü bir hükumet
biçimi değil, ama
bir başka tipten bir devlet, proleter bir devlet, proletaryanın burjuvaziyi ezmesini sağlayan bir alettir. Bu ezme zorunludur, çünkü burjuvazi, mülksüzleştirilmesine karşı her zaman zorlu bir direnç gösterecektir. Lenin (dönek-kautsky, s.107-108)
bir başka tipten bir devlet, proleter bir devlet, proletaryanın burjuvaziyi ezmesini sağlayan bir alettir. Bu ezme zorunludur, çünkü burjuvazi, mülksüzleştirilmesine karşı her zaman zorlu bir direnç gösterecektir. Lenin (dönek-kautsky, s.107-108)
...devrimin tayin edici bir zaferi, ...
proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğüdür... Ve böyle bir
zafer tam da bir diktatörlük olacaktır, yani kaçınılmaz olarak askeri zora,
kitlenin silahlandırılmasına, ayaklanmaya dayanmak zorunda olacaktır, 'yasal',
'barışçıl' yoldan kurulmuş şu ya da bu kuruma değil. (Lenin,Demokratik Devrimde
Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, s.48/49.) Lenin
'Teorik bakımdan, kapitalizmle komünizm
arasında, bu
iki sosyal ekonomi biçiminin çizgilerini ve özelliklerini
bir arada taşıması gereken bir geçiş döneminin bulunduğu tartışma götürmez. Bu geçiş dönemi ister istemez can çekişen kapitalizmle doğmakta olan komünizm arasında bir savaşım dönemi olacaktır. (...)
bir arada taşıması gereken bir geçiş döneminin bulunduğu tartışma götürmez. Bu geçiş dönemi ister istemez can çekişen kapitalizmle doğmakta olan komünizm arasında bir savaşım dönemi olacaktır. (...)
Bu
geçici özellikleri taşıyan bir tarihsel dönemin zorunluluğu yalnızca
bir Marksist'in değil, evrim teorisi üzerinde az-buçuk bilgisi olan herkesin gözünde apaçıktır." (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Bilim ve
Sosyalizm Yay. syf. 197-198) Lenin
"Eskiden, sorun şöyle konuyordu:
Proletarya, kurtuluşunu sağlamak için, burjuvaziyi alaşağı etmek, siyasal
iktidarı fethetmek, devrimci diktatoryasını kurmak zorundadır.
iktidarı fethetmek, devrimci diktatoryasını kurmak zorundadır.
"Şimdi, sorun biraz başka türlü
konuyor: Komünizme doğru giden
kapitalist toplumdan komünist topluma geçiş, 'siyasal bir geçiş dönemi' olmaksızın
olanaksızdır; ve bu dönemin devleti de
proletaryanın devrimci diktatoryasından
başka bir şey olamaz." (Devlet ve
İhtilal, Bilim ve Sosyalizm Yay. syf.95) Lenin
“Proletaryanın örgütten başka hiçbir
silahı yoktur. Burjuva dünyasındaki anarşik rekabetin egemenliği altında
bölünen, sermaye için zorla çalıştırılarak ezilen, durmadan yoksullaşmanın,
vahşileşmenin ve yozlaşmanın 'derinliklerine' itilen proletarya, ancak, Marksizmin ilkeleri temeli üzerinde
onun ideolojik birliği, ezilen milyonları işçi sınıfının ordusuna dönüştürecek
olan bir örgütün maddi birliğiyle sağlamlaştırıldığı zaman, yenilmez bir güç
olabilir ve mutlaka olacaktır da. Bu ordunun karşısında, ne Rus çarlığının
çürük iktidarı, ne de uluslararası sermayenin gittikçe çürüyen iktidarı
durabilecektir.” (Lenin, Seçme Eserler, cilt 2, s. 469/470.) Lenin
''Hemen piyangonun ne olduğunu
anlatayım. Örneğin benim 50 ruble değerinde bir ineğim var. Bu ineği piyangoyla
satmak istiyorum ve o nedenle de herkese bir ruble değerinde bilet almayı
öneriyorum. Bir rubleye bir inek sahibi olma olanağı var! Herkes ineği satın almak istiyor ve rubleler yağmaya
başlıyor. Yüz ruble toplandığında, piyangoyu çekiyorum: piyangoyu kazanan,
ineği bir rubleye almış oluyor, diğerleri hava alıyor. İnek insanlara
"ucuza" mı geldi? Hayır, çok pahalıya geldi, çünkü değerinin iki katı
para ödendi, çünkü iki kişi (piyangoyu düzenleyen ve ineği kazanan) hiçbir şey
yapmadan kazanç sağladılar, hem de paralarını kaybeden doksan dokuz insanın
sırtından. Demek ki piyangonun halk için kazançlı olduğunu söyleyenler halkı
basitçe aldatmaktadır. Aynı şekilde köylüye, yoksulluk ve sefaletten çeşitli
kooperatifler (ucuz satın alma ve kârlı satma birlikleri), işletmelerde çeşitli
iyileştirmeler, bankalar ve benzeri önlemler sayesinde kurtulacağını vaat
edenler onu aldatmaktadır.'' Lenin - Kır
Yoksullarına (1903)
İktisadi ve siyasi gelişmenin
eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki, sosyalizmin zaferi ilk başta birkaç kapitalist ülkede veya hatta
tek başına alınmış bir ülkede bile mümkündür.
Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve kendi
sosyalist üretimini örgütledikten sonra,
diğer kapitalist dünyanın karşısına
dikilecek ve diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi safına çekecektir...(“Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı
Üzerine”ESERLER/Cilt:15 -makalesinden, Ağustos 1915.) (Lenin, Seçme Eserler,
cilt 5. s,134.) Lenin
Para gücü üzerine kurulmuş bir toplumda,
bir avuç zengin insan asalak halinde yaşarken Emekçi yığınların yoksulluk
içinde süründükleri bir toplumda gerçek fiili hiçbir Özgürlük olamaz. V.İ.LENİN
"Marksizm işçi partisini eğiterek,
iktidarı ele geçirme ve tüm halkı sosyalizme götürme, yeni düzeni yönetme ve
örgütleme, toplumsal yaşamlarının burjuvazi olmadan ve burjuvaziye karşı
biçimlendirilmesinde tüm emekçilerin ve sömürülenlerinöğretmeni, yöneticisi, önderi olma yeteneğine sahip
proletaryanın öncüsünü eğitir. Buna karşılık bugün egemen olan oportünizm işçi
partisi içinden, kitleye yabancılaşan, kapitalizme oldukça iyi biçimde
"uyma"yı bilen, büyük kardeşlik hakkını bir tas mercimek çorbasına
satan, yani burjuvaziye karşı halkın devrimci önderi rolünden vazgeçen
ücretleri daha iyi işçi temsilcilerini eğitir." (Lenin, Proleter Devrim ve
Dönek Kautsky)
İktidar durumuna gelmek için, bilinçli işçiler çoğunluğu kazanmalıdırlar:
yığınlar üzerinde hiç bir zor uygulanmadığı sürece, iktidara geçmenin başka
yolu yoktur. Biz blankici, yani iktidarın bir azınlık tarafından alınması
yandaşları değiliz. Biz marksist, yani proleter sınıf savaşı yandaşlarıyız;
küçük-burjuva coşkunluklara karşıyız, sonuna değin şovenizme, söz ebeliğine,
burjuvazi kuyrukçuluğuna karşıyız biz. (Nisan Tezleri) Lenin
Sermaye iktidarı devrilmedikçe, iktidar bir
başka sınıfa: proletaryaya geçmedikçe, kendini emperyalist savaştan çekip
çıkarmak olanaksızdır, zorla dayatılmamış demokratik bir barış elde etmek
olanaksızdır.(nisan tezleri) Lenin
"Sosyalistler,iki yüzlü laf cambazlarının,demokratik bir barış olasılığı üzerine söz ve vaatlerle halkı aldatmalarına fırsat vermemeli,her ülkede o ülke hükümetine karşı devrimci bir savaşımlar dizisi verilmedikçe,demokratik barışa uzaktan-yakından benzer bir sonuca varma olasılığı bulunmadığını yığınlara anlatmalıdırlar. Sosyalistler,burjuva siyaset adamlarının, ulusların özgürlüğü üzerine söylevler vererek insanları aldatmalarına fırsat vermemeli,ezen ulusların halk yığınlarına,öteki ulusların ezilmesine yardım ettikleri ve o ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını,yani ayrılma özgürlüğünü tanıyıp yüce tutmadıkları sürece,kendilerinin özgürlüğe kavuşmayı beklememeleri gerektiğini anlatmalıdırlar.Barış sorunuyla ulusal sorunda emperyalist siyasetten farklı olarak,bütün ülkelerde güdülecek sosyalist siyaset budur..seçim devrimci savaşım ile emperyalizme kölelik arasındadır.Orta yol yoktur.Proletaryaya en büyük zararı, "orta yol" siyasetinin ikiyüzlü (yada duygusal) mimarları veriyor." V.İ LENİN
"Sosyalistler,iki yüzlü laf cambazlarının,demokratik bir barış olasılığı üzerine söz ve vaatlerle halkı aldatmalarına fırsat vermemeli,her ülkede o ülke hükümetine karşı devrimci bir savaşımlar dizisi verilmedikçe,demokratik barışa uzaktan-yakından benzer bir sonuca varma olasılığı bulunmadığını yığınlara anlatmalıdırlar. Sosyalistler,burjuva siyaset adamlarının, ulusların özgürlüğü üzerine söylevler vererek insanları aldatmalarına fırsat vermemeli,ezen ulusların halk yığınlarına,öteki ulusların ezilmesine yardım ettikleri ve o ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını,yani ayrılma özgürlüğünü tanıyıp yüce tutmadıkları sürece,kendilerinin özgürlüğe kavuşmayı beklememeleri gerektiğini anlatmalıdırlar.Barış sorunuyla ulusal sorunda emperyalist siyasetten farklı olarak,bütün ülkelerde güdülecek sosyalist siyaset budur..seçim devrimci savaşım ile emperyalizme kölelik arasındadır.Orta yol yoktur.Proletaryaya en büyük zararı, "orta yol" siyasetinin ikiyüzlü (yada duygusal) mimarları veriyor." V.İ LENİN
Tekelci kapitalizm, sömürgeleri ve diğer
geri kalmış ülkeleri boyunduruk altına almaya ve sistemli bir biçimde soymaya,
birçok bağımsız ülkeye bağımlı duruma sokmaya, bugünkü kapitalizmin büyük
işadamlarının karların azamisini elde etmelerine
olanak sağlayan en, elverişli iş olan savaşlar düzenlemeye, en sonu, dünya
ekonomik egemenliğini ele geçirmek için çabalar harcamaya, bu gibi sorunu ne
olacağı bilinmeyen işlere girişmeye iten, işte bu azami karı sağlamak
zorunluluğudur. (Stalin, Son Yazılar, s.97) J.Stalin
Eşitlik derken, kişisel gereksinimlerin
ve yaşam koşullarının eşleştirilmesini değil, sınıfların ortadan
kaldırılmasını, yani kapitalistlerin devrilmesinden ve mülksüzleştirilmesinden
sonra, her işçinin eşit haklara sahip olmasını kastediyoruz. Yeteneğine göre çalışmak herkesin görevi, yaptığı
işe göre ücret almak herkesin hakkıdır. Marksizm, insanların gereksinim ve
zevklerinin hiçbir zaman aynı olamayacağı, gerek niceliksel, gerek niteliksel
bakımlardan eşit olamayacağı gerçeğinden hareket eder. J. STALİN
(Stalin, s.212)
''Biliyorum,ölümümden sonra mezarımın
üzerine yığınla pislik atacaklar; ama tarihin rüzgarı onları tertemiz edecek''
Josef STALİN
''Proletarya, burjuvazi ile barış
yaparak, sosyalizmi gerçekleştiremez - şaşmaz bir biçimde mücadele yolunu
seçmeli ve bu mücadele, bir sınıf mücadelesi, bütün proletaryanın, bütün
burjuvaziye karşı mücadelesi olmalıdır. Ya burjuvazi ve onun kapitalizmi, ya da
proletarya ve onun sosyalizmi. Proletaryanın eylemlerinin, sınıf mücadelesinin
temeli bu olmalıdır.'' Stalin
Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin burjuva anavatanı savunma siyasetinin
karşısına Bolşevikler, “emperyalist savaşta kendi hükümetinin yenilgisi”
siyasetini çıkardılar. Bu siyaset, savaş kredileri aleyhine oy kullanmak,
orduda illegal devrimci örgütler kurmak, cephedeki askerlerin kardeşleşmesini
desteklemek ve işçilerin ve köylülerin savaş aleyhtarı devrimci eylemlerini
örgütlemek ve bütün bu eylemleri kendi emperyalist hükümetine karşı ayaklanmaya
dönüştürmek zorunda olunduğu anlamına geliyordu.(ESERLER/Cilt:15 - SBKP Tarihi
J. V. STALİN Halk Kitaplığı Sayfa: 183) J.Stalin
Gerçekte yalnız bilincimizin var olduğunu, maddi dünyanın, varlığın,
doğanın, ancak bizim bilincimizde,
duyularımızda, düşün ve algılarımızda bulunduğunu
savunan idealizmin tersine, Marksist materyalist
felsefe, maddeyi, doğayı, varlığı bilincimizin
dışında ve ondan bağımsız olarak var olan nesnel
bir gerçek olarak kabul eder. Madde, bütün
duyuların, düşünlerin ve bilincin kaynağı olduğu için, ilk veridir. Maddenin,
varlığın bir yansıması olan bilinçse, ikinci veridir. Düşünce, gelişmesinde yüksek bir kusursuzluk
düzeyine erişmiş olan bir maddenin, yani beynin
ürünüdür. Beyin düşünme organıdır ve bu yüzden,
insanın düşünceyi maddeden ayırması büyük bir
yanlışlık
yapması demektir. Josef Stalin
yapması demektir. Josef Stalin
Üretim güçlerini devasa ölçülerde geliştirmek
için, kapitalizm, kendisinin de çözemiyeceği çelişmelerle bir ağ gibi
sarılmıştır. Gitgide daha fazla emtia üreterek ve bunların fiyatlarını
düşürerek, kapitalizm, rekabeti keskinleştirir; küçük ve orta
özel mülk sahipleri yığınını yıkıma uğratır, onları proleterleştirir, satınalma
güçlerini azaltır. Sonuçta, imal edilen metaların sürümü olanaksız duruma
girer. Üretimi genişleten ve milyonlarca işçiyi kocaman fabrika ve işyerlerinde
toplayan kapitalizm, üretim sürecine sosyal bir nitelik verir ve böylece kendi
temelini kendisi sarsar. Çünkü, üretim sürecinin sosyal niteliği, üretim
araçlarının sosyal mülkiyetini gerektirir. Oysa, üretim araçları özel
kapitalist mülkiyet olarak kalır ve bu durum üretim sürecinin sosyal
niteliğiyle bağdaşamaz. Stalin (d.materyalizm, S.32)
''Kapitalist toplum, hiç durmadan çalışanların
asla bir şeye sahip olmadığı, buna karşılık hiç çalışmayanların her şeyin
keyfini çıkardığı bir toplumdur...'' Emma Goldman
Proletarya,
uğrunda savaşması istenilen anavatanın kendi anavatanı olmadığını, her ülkenin
proleterleri için sadece tek bir gerçek düşmanın bulunduğunu, bunun da
proletaryayı ezen ve sömüren kapitalist sınıf olduğunu; her ülkenin proletarya
sının çıkarlarının diğer ülkelerin proletaryasına bağlı olduğunu; uluslararası proletaryanın ortak çıkarlarının bütün milli çıkarların karşısına çıkmak zorunda olduğunu; uluslararası sömürü ve kölelik koalisyonunun karşısına sömürülenlerin, köleleştirilenlerin uluslararası koalisyonunun çıkacağını bilir. Karl Liebknecht
sının çıkarlarının diğer ülkelerin proletaryasına bağlı olduğunu; uluslararası proletaryanın ortak çıkarlarının bütün milli çıkarların karşısına çıkmak zorunda olduğunu; uluslararası sömürü ve kölelik koalisyonunun karşısına sömürülenlerin, köleleştirilenlerin uluslararası koalisyonunun çıkacağını bilir. Karl Liebknecht
Burjuva politikacı halkının iyiliği için
çalışıyormuş gibi yapar. Halk da ona inanırmış gibi yapar. Kadın belki de
nefret ettiği eşini seviyormuş, koca da aldattığı eşine pek bağlıymış gibi
yapar. Sendika ağası işçilerin haklarını savunuyormuş, işçi de
"gerekirse" eylem yapacakmış gibi yapar. İşçi bir işkenceden başka
bir şey olmayan işinde canla başla çalışıyormuş, öğrenci saçmalıktan ibaret
gördüğü dersi can kulağıyla dinliyormuş, esnemesini
güç bastıran şarkıcı şarkısını söylerken pek duygulanmış gibi yapar. Tüm
bunlarda ilginç olan, insanların, tıpkı üretim, sürecinde "kendi kendinin
dışında kalan parça işçi" gibi, kendi iradesinden bağımsız ve kaşıt hale
gelen davranışları karşısında seyirci hale gelmesi, bir yerden sonra kendi
kendine karşı da "rol yapma ya" başlaması; yani "rolünü"
içselleştirmesi,, doğallaştırmasıdır. (Duyarsızlığın Kökenleri)
...Fakat emekçi kadınlar sadece bir yedek güç
oluşturmazlar. Onlar işçi sınıfının doğru politikası sonucu, işçi sınıfının
burjuvaziyle savaşacak olan gerçek bir ordusu olabilirler ve olacaklardır.
Emekçi kadınların bu yedek gücünü, proletaryanın büyük ordusunun yanında
çarpışan bir işçi ve köylü kadınlar ordusu haline getirmek, işte işçi sınıfının
kesin ikinci görevi. Stalin
"...azçok mülk sahibi tüm sınıflar egemen
konumlarından uzaklaştırılıncaya dek, proletarya devlet gücünü ele
geçirinceye...dek devrimi sürekli kılmak bizim sorunumuz ve bizim görevimizdir.
Bizim için sorun özel mülkiyetin herhangi bir değişikliğe
uğraması değil, olsa olsa yokedilmesidir; sınıf karşıtlıklarının üzerinin
örtülmesi değil, sınıfların ortadan kaldırılmasıdır; mevcut toplumun
iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulmasıdır." (Marx-Engels,
Seçme Yapıtlar, cilt:l. s.218)
Özel mülkiyeti ortadan kaldırma isteğimiz
karşısında dehşete kapılıyorsunuz. Oysa özel mülkiyet sizin bugünkü
toplumunuzda nüfusun onda dokuzu için zaten ortadan kalkmıştır, birkaç kişi
için varlığı, onda dokuzu için varolmadığı için vardır. Demek ki, siz, toplumun büyük bir çoğunluğunun
mülksüzleştirilmesini zorunlu koşul olarak dayatan bir mülkiyeti ortadan
kaldırmayı istediğimiz için bize saldırıyorsunuz. Tek sözcükle, sizin
mülkiyetinizi ortadan kaldırmayı istediğimiz için bize saldırıyorsunuz.
Kuşkusuz, biz de bunu istiyoruz. (Komünist Manifesto)
"Emekçilerin geliri, kendi bireysel
emeklerine dayanır ve emek gelirdir. Sömürücü sınıfların gelirlerinin kaynağı,
işçilerin, köylülerin ve zanaatkârların emeğidir. Kapitalistlerin ve toprak
sahiplerinin geliri, yabancı emek sömürüsüne dayanır ve çalışarak elde edilmiş
gelir değildir."
"Dünyadaki
en zengin 225 kişinin toplam serveti 1 trilyon doları geçerken, bu rakamın
dünyanın en yoksul 2,5 milyar insanının toplam yıllık gelirine eşit olduğu
söyleniyor. Bir başka çarpıcı örnek, en yoksul 48 ülkenin toplam üretim
değerinin dünyanın en zengin üç kişisinin toplam varlığından daha az
olduğudur."
İslamcı
burjuvalar lüks otellerde, kuş sütü eksik masalarında ilahiler dinleyerek
tanrıya kendilerine verdiği zenginliğe şükrederken, o zenginliği kanı ve
teriyle gerçeklikte yaratan işçiler iftar çadırlarında ellerinde tabildot
tabaklarıyla bir kaç kepçe yemek için kuyruklar oluştururlar. Böylece islamcı
burjuvalarımız çok ucuz bir fiyata hayırseverlik ve merhametlerini göstermiş,
ibadetlerini yapmış olurlar. (Ekstrası ise yoksullukları her gün yüzlerine
vurulanlar onur ve haysiyetlerini de yavaş yavaş yitirirler. Bu hale getirilmiş
insanlar isyan falan da edemez) Geceleri artık gönül rahatlığıyla
uyuyabilirler.
“…Din, bütün hayatları boyunca ter döken ve fakru zaruret içinde yaşayan insanlara bu dünyada boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve cenneti vaadi umuduyla avunmayı öğretir. Ama din, başkalarının emeğiyle yaşayanlara bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek sömürü olan bütün varlıklarını meşrulaştırmanın çok ucuz bir yöntemini sunar, ehven bir fiyata cennette kafa dinlemek için bilet satmış olur….” (Lenin, Sosyalizm ve Din) Lenin
“…Din, bütün hayatları boyunca ter döken ve fakru zaruret içinde yaşayan insanlara bu dünyada boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve cenneti vaadi umuduyla avunmayı öğretir. Ama din, başkalarının emeğiyle yaşayanlara bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek sömürü olan bütün varlıklarını meşrulaştırmanın çok ucuz bir yöntemini sunar, ehven bir fiyata cennette kafa dinlemek için bilet satmış olur….” (Lenin, Sosyalizm ve Din) Lenin
Proleter devrimin görevi her türlü
sömürünün ortadan kaldırılması olduğundan, emekçi kitlelerin baskı altında
tutulmasına hizmet eden eski devlet aygıtını parçalamak zorundadır. Proleter
devrimi, yeni tipte bir devleti—proletarya diktatörlüğünü—doğurur. Politik üstyapı olarak proletarya
diktatörlüğü olmaksızın emekçilerin ekonomik kurtuluşu ve kapitalist üretim
tarzından sosyalist üretim tarzına geçiş mümkün değildir.
Proletarya diktatörlüğü, işçi sınıfının toplumda devlet olarak önderliğidir. Devlet, bundan önceki bütün biçimlerinde, sömürücü azınlığın yararına, sömürülen çoğunluğu baskı altında tuttu. Proletarya diktatörlüğü, emekçi çoğunluğun çıkarları doğrultusunda sömürücü azınlığı baskı altında tutmaktadır.
Proletarya diktatörlüğü, işçi sınıfının toplumda devlet olarak önderliğidir. Devlet, bundan önceki bütün biçimlerinde, sömürücü azınlığın yararına, sömürülen çoğunluğu baskı altında tuttu. Proletarya diktatörlüğü, emekçi çoğunluğun çıkarları doğrultusunda sömürücü azınlığı baskı altında tutmaktadır.
Sosyalizmin inşasının görevleri
açısından, proletarya diktatörlüğü üç temel yana sahiptir. O, birincisi,
sömürücülerin baskı altına alınması, ülke savunması ve diğer ülkelerin
proleterleriyle bağların pekiştirilmesi amacıyla; ikincisi, emekçi ve sömürülen kitlelerin burjuvaziden nihai kopuşu,
proletaryanın bu kitlelerle ittifakının pekiştirilmesi ve bu kitlelerin
sosyalist inşaya çekilmesi amacıyla; üçüncüsü, yeni sosyalist toplumun inşası
amacıyla iktidarın proletarya tarafından kullanılmasıdır.(politik ekonomi ders
kitabı2)
1. Kapitalist Toplumda Üretim İlişkileri
Kapitalizm, bir yandan, mülkten yoksun yada hemen hemen yoksun halk yığınları ücretliler haline gelmekteyken; beri yandan, üretim alet ve araçlarının çok az sayıda toprak sahipleri ve kapitalistler grubunun elinde bulunduğu bir toplum düzenidir. Basit Meta Üretimi ve Kapitalist Üretim Kapitalist üretim, basit meta üretiminden doğmuştur. Bu süreç, uzun bir tarih dönemini kaplar. Gerçekten de, üretici güçler düzeyinin düşük olması sonucu, meta ekonomisinin ekonominin tümü içinde çok küçük bir yer tutması yüzünden, kapitalist üretime geçiş süreci, ne kölelik çağında ne de feodal toplumda tamamlanamamıştır. Metaların, yani ürünlerin kişisel tüketim için değil, satış için üretilmesi, kapitalizmde, evrensel bir nitelik kazanır. Kapitalizm geliştikçe, küçük üreticiler, köylüler, ürünlerinin gittikçe daha büyük bir kısmını satar olurlar. Kapitalist toplumda, bütün üretim araçlarının ve tüketim maddelerinin tümü ya da hemen hemen tümü, alım-satım konusudur. (Kitabın Girişinden)
"Kapitalist toplumda sınıf olarak burjuvazinin, bir bütün olarak proletaryanın karşısında durduğunu, işçilerin ya da tek tek işçi gruplarının kısmi çıkarları uğruna mücadelenin, tek tek kapitalistlere karşı mücadelenin, işçi sınıfının durumunun temelden değişmesine yol açamayacağını kanıtlar. İşçi sınıfı sermayenin boyunduruğunu ancak, sınıf olarak burjuvaziyi devirdiğinde, bizzat kapitalist sömürü sistemini yok ettiğinde atabilir."
Kapitalizm, bir yandan, mülkten yoksun yada hemen hemen yoksun halk yığınları ücretliler haline gelmekteyken; beri yandan, üretim alet ve araçlarının çok az sayıda toprak sahipleri ve kapitalistler grubunun elinde bulunduğu bir toplum düzenidir. Basit Meta Üretimi ve Kapitalist Üretim Kapitalist üretim, basit meta üretiminden doğmuştur. Bu süreç, uzun bir tarih dönemini kaplar. Gerçekten de, üretici güçler düzeyinin düşük olması sonucu, meta ekonomisinin ekonominin tümü içinde çok küçük bir yer tutması yüzünden, kapitalist üretime geçiş süreci, ne kölelik çağında ne de feodal toplumda tamamlanamamıştır. Metaların, yani ürünlerin kişisel tüketim için değil, satış için üretilmesi, kapitalizmde, evrensel bir nitelik kazanır. Kapitalizm geliştikçe, küçük üreticiler, köylüler, ürünlerinin gittikçe daha büyük bir kısmını satar olurlar. Kapitalist toplumda, bütün üretim araçlarının ve tüketim maddelerinin tümü ya da hemen hemen tümü, alım-satım konusudur. (Kitabın Girişinden)
"Kapitalist toplumda sınıf olarak burjuvazinin, bir bütün olarak proletaryanın karşısında durduğunu, işçilerin ya da tek tek işçi gruplarının kısmi çıkarları uğruna mücadelenin, tek tek kapitalistlere karşı mücadelenin, işçi sınıfının durumunun temelden değişmesine yol açamayacağını kanıtlar. İşçi sınıfı sermayenin boyunduruğunu ancak, sınıf olarak burjuvaziyi devirdiğinde, bizzat kapitalist sömürü sistemini yok ettiğinde atabilir."
Ortalama kâr oranının düşmesine,
değişmeyen sermayenin kullanılmasında kapitalistin işçilerin sağlıkları ve
yaşamları pahasına sürdürdükleri ekonomi karşı koyar. Kârlarını yükseltebilmek
için işverenler, işçileri dar alanlarda, yeterli havalandırma düzeni olmaksızın çalışmaya zorlarlar, ve iş
emniyeti ve kazalardan korunmak için gerekli tesisatlardan tasarruf ederler.
Kapitalistlerin bu hasisliği, işçilerin sağlığının
tahrip olmasına, dev sayıda işletme kazalarına ve işçi nüfus arasında ölümlerin
artmasına yol açar.139
Eski kültüre sahip bir ülkenin
manüfaktür ve küçük-ölçekli üretimden geniş-ölçekli sanayie, üstelik elverişli
koşullarla çabuklaştırılmış böylesine hızla geçtiği bir dönem, aynı zamanda
ileri düzeyde bir "konut darlığı" dönemidir. Bir yandan kırsal işçi yığınlarını, sınai merkezlere dönüşen büyük
kentler hızla kendine çekmekte; öte yandan da, bu eski kentlerin yapı
düzenlemeleri yeni geniş-ölçekli sanayi koşullarına ve buna tekabül eden
trafiğe uymamakta; sokaklar genişletilmekte, yenileri açılmakta, ve kentlerin
ortasından demiryolları geçirilmektedir. Tam işçilerin yığınlar halinde
kentlere aktığı sırada, işçi meskenleri büyük ölçüde yıktırılmaktadır. İşçiler
ve küçük tüccarlar ve müşterileri işçiden oluşan zanaatçılar için aniden ortaya
çıkan konut darlığı burdan gelmiştir. En başından beri sanayi merkezleri olarak
gelişen kentlerde bu konut darlığı yok gibidir; örneğin, Manchester, Leeds,
Bradford, Barmen-Elberfeld. Öte yandan, darlık, o sıralarda, Londra, Paris,
Berlin, Viyana'da had safhaya varmış, ve çoğunlukla süreğen bir biçimde
varlığını sürdürmüştür.
"Burjuvazi, kapitalist üretim
ilişkileri ve meta egemenlik düzenini değişmez, mutlak bir sistem olarak gösterir,
dolayısıyla kendi sınıf egemenliğini ve
onu sürdürmenin en güçlü aracı olarak da
burjuva demokrasisini değişmez, mutlak ve en iyi sistem olarak gösterir.
Kapitalizm artıdeğer sömürüsü ve meta
üretim düzenidir; sadece üretim
ve ticaret değil bütün siyasal ve sosyal işbölümü
formları -ulustan aileye-, bütün toplumsal ve
bireysel ilişki biçimleri ona göre ve onu
geliştirecek biçimde örgütlenir. Emekçilere
zerkedilen egemen kültürün de bu temelde oluşturulmasıyla
burjuva egemenlik sisteminin ekonomi, siyaset,
kültür, sosyal işbölümüyle toplumsal ve bireysel ilişki biçimlerinin hepsine hakim olması da gerçekleştirilir;
bunlar, hep birlikte burjuva sınıf
egemenliğinin geniş temelini oluşturur."
"Burjuvazi sadece sermayesiyle ve
zorbalık gücüyle değil fikirleriyle, kültürüyle de topluma hükmediyor. Kendi
gerçek sınıfsal-toplumsal istem, gereksinme ve özlemlerimize en aykırı biçimde,
patron kafasıyla düşünüyor, kendimize bile burjuvazinin sömürü ve egemenliğinin
gerekleri açısından bakıyoruz. Kalabalıklar içerisinde
yalnızlaşıyor, varlık içerisinde yoksunlaşıyoruz. Bir kutupta sermaye birikimi
ve safahat, diğer kutupta sefalet, yozlaşma ve cehalet gelişiyor, çürüme
derinlemesine toplumsallaşıyor. "
"İnsanın ve doğanın giderek kendini
yeniden üretemez noktaya kadar sömürüldüğü, umutların, geleceğin yok edildiği,
insanın nesneleştiği, borsanın üstünde taht kurduğu bir dünyada komünistler
geleceği temsil ediyorlar.
Bize doğal ve alternatifsizmiş gibi
kabul ettirilen, boyun eğdikçe köleleştiğimiz bugünkü toplumsal sistemi yıkmak,
komünistlerin ereğidir."
"Burjuvazinin ve proletaryanın
sınıf çıkarları uzlaşmazdır. Burjuvazi ile proletarya arasındaki karşıtlık,
kapitalist toplumun temel sınıf karşıtlığını oluşturur. Kapitalist düzeninin
korunmasının ve toplumun emekçi ve sömürülen çoğunluğunun ezilmesinin organı,
burjuvazinin diktatörlüğünü temsil eden burjuva devlettir."
Burjuva devlet, üretim araçları üzerinde
kapitalist özel mülkiyeti korur, emekçilerin sömürülmesini güvence altına alır
ve kapitalist düzene karşı mücadelelerini ezer.
Kapitalistler sınıfının çıkarları
nüfusun ezici çoğunluğunun çıkarlarıyla şiddetli bir karşıtlık içinde
bulunduğundan, burjuvazi, akla gelebilecek her suretle devletinin sınıf
karakterini gizlemeye çalışır.
Burjuvazi, bu devleti sınıflar
üzerinde duran bir devlet, bir halk devleti, bir “saf demokrasi” devleti olarak
göstermeye çabalar.
Ama
gerçekte burjuva “özgürlük”, sermayenin yabancı emek sömürme özgürlüğüdür;
burjuva “eşitlik”, ardında sömürenlerle sömürülenler,
toklarla açlar, üretim araçlarının sahipleriyle yalnızca işgüçlerine sahip olan
proleter kitleleri arasındaki gerçek eşitsizliği gizleyen bir sahtekarlıktır.
(politik ekonomi ders kitabı, s.100)
Bugünkü toplum tümüyle, işçi sınıfının
geniş yığınlarının nüfusun küçük bir azınlığı tarafından, toprak sahipleri
sınıfı ve kapitalistler sınıfı tarafından sömürülmesine dayanır. Bu köle bir
toplumdur, çünkü ömürleri boyunca kapitalistler için
çalışan "özgür" işçilere, kapitalist köleliğin korunup sürdürülmesi
için kar üreten köleler olarak ancak yaşamaları için zorunlu geçim araçlarını
edinmelerine "hak kazandırır."
Kavga dostu,
işçi kardeşim merhaba!
Çukurova’nın
sarı sıcağında, elimdeki nasır, alnımdaki terle ve bir günde harcadığım emeğin
üçte birine
‘şükür’ demeyip mücadele etme isteğim, sesimi sizlere ulaştırabilmenin verdiği
mutluluk ve ulaştıranlara duyduğum saygıyla hoş geldin diyorum.
Çukurova’da
çapada çıplak yatanların, Balıkesir ve Zonguldak’ta cehennemden kömürü sökenlerin
TEK’EL TEK yürek olup direnenlerin, bir avuç sömüren sınıfa inat milyonlarca
sömürülenin gözü kulağı, dili yüreği olmaya bizi bizimle buluşturmaya hoş
geldin.
Patronlar
tek eller, onların karanlığını kollayan kolluk güçleri farkındalar biz olmadan
var olamayacaklar.
Bundan
dolayı örgütlüler.
Damarımızdan
kanımızı, kolumuzdan gücümüzü ve sırtımızdan kürkümüzü çalarak yaşıyorlar.
Yaşıyorlar
bizler açken-geberesiye tok, analarımız ağlarken-geberesiye mutlu, bizler
örgütlenmedikçe geberesiye saltanatlarıyla.
İşçi
Meclisi’ni okumak ve İşçi Meclisi’ne yazmak sınıf bilincinin ilk adımı olsun.
Yaratan
ellerin yumruğu olsun İşçi Meclisi.
Vuralım,
emeğimizi, ekmeğimizi ve sırtımızdan derimizi çalanlara vuralım, yıkılsın
parçalansın karanlık.
Kurtuluşun
yolu tek başına yürünmüyor yolumuzun yoldaşı…
Hoş geldin.
İşçi sınıfı
hareketi yeniden doğum sancıları yaşıyor.
Bu sancının
bu kadar uzamasının nedeni, işçi sınıfının eski örgütlenme, mücadele ve bilinç
biçimlerinin ihtiyaca yanıt vermemesi.
Çünkü
patronlar sınıfının işçi sınıfı üzerindeki egemenliği arttı ve yeni biçimler
kazandı.
Sermayenin
taşeronluk sistemi, geçici işçilik gibi işçi sınıfının genişleyen saflarını
parçalayan yeni
köleci çalışma
organizasyonları, sınıfın gücünü birleştirmesini zorlaştırıyor.
Burjuva
demokrasisi kırbacı el-den bırakmadan işçilerde bir özgürlük yanılsaması
ya-ratıp ücretli köleliği “özgür iradeleri” ile kabullenmelerini istiyor.
Sermaye
işsizlikten borçlandırmaya, polisten yasalara, Meclis tiyatrosundan
belediyelere, dinden medyaya, düzen sendikacılığından sayısız muhalif kılıklı
sermaye örgütlenmesine kadar, sömürdüğü işçiler üzerindeki egemenliğini çok
daha geniş bir zeminden kuruyor, pekiştiriyor.
İşçiler
üzerindeki sömürüsünü ve eziyetini bu sayede her gün biraz daha büyütüyor.
İşçi sınıfı
yalnızca acı çeken değil mücadele eden bir sınıftır.
Onca
direniş, onca eylem, onca örgütlenme çabası boşuna değil.
Bu
mücadeleler olmasaydı, işçi sınıfı yardıma muhtaç bir sefiller yığınından başka
bir şey olmazdı.
Ancak işçi
sınıfının mücadelesinin daha et-kili ve başarılı olması için de, artık yeni
şeyler söylemek, yeni şeyler yapmak gerekiyor.
Her şeyden
önce sermayeye köleliği doğal kabul etmemek, onun karşı-sına toplumun büyük
çoğunluğunu oluşturan, işçilerin egemenliğinde, ücretli köleliliğin ortadan
kalktığı, üretenlerin yöneten olduğu bir toplum ufkuyla çıkmak gerekiyor.
Burjuvazinin işçileri sınırsızca sömürme ve
aldatma demokrasisinin karşısına işçi sınıfının konseyler demokrasisini kurmak
amacıyla çıkmak gerekiyor.
Burjuvazinin derinleşen sınıf egemenliğinin
karşısına işçi sınıfının örgütlü ve bilinçli hareketini yükseltecek yeni
örgütlenme ve mücadele araçları ile çıkmak gerekiyor.
Çıkarları
burjuvazi ile uzlaşmaz karşıt ve tek kurtuluşu sermaye egemenliğini yıkmakta
olan işçi sınıfının, burjuvazinin tüm kurum ve egemenlik biçimlerinden bağımsız
ve tam karşıt eksende örgütlenmesini sağlamak gerekiyor.
Üretimin, emeğin, bilginin, kültürün ve
aslında işçi sınıfının ileri toplumsallaşması temelinde daha gelişkin bir
kolektif işçi bilincinin, birleşik mücadele yeteneğinin ve bunun sosyalist
sınıf bilincine sahip öncü gücünün yaratılması gerekiyor.
İşçi demokrasisinin tomurcuklandığı işçi
örgütlenmeleridir.
İşçi Meclislerinde işçiler kendileri toplanır,
sorunlarını, çözüm yöntemlerini birlikte tartışır, birlikte karar alır ve
birlikte uygular.
İşçi
komiteleri, işçi meclisleri, işçi kurulları işçilerin güçlerini tabandan
birleştirmesini sağlamakla kalmaz, kararlara katılımını, mücadelede
özneleşmelerini, inisiyatif ve özgüvenlerini artırmasını sağlar.
Hep
yönetilmeye, hep bir iki burjuva politikacısının, sendika ağasının ağzına
bakmaya alışkın işçilerin, sermaye için değil, kendileri için demokrasinin aracıdır.
Bu milyarlarca ve milyarlarca liralık
karların içinde, Kozlu’daki, Davutpaşa’daki, Ostim’deki, Tuzla Tersanelerindeki
iş cinayetlerinde öldürülen işçilerin kan ve ceset parçaları da vardır. Bu
milyarlarca ve milyarlarca liralık karların içinde, sosyal güvenlik sisteminin
tasfiyesinden, eğitim, sağlık, emekliliğin özelleştirilmesinden gelen karlar da
vardır. Bu milyarlarca ve milyarlarca liralık karların
içinde, burjuva devletin kitlelerden topladığı ve buharlaşıp o “hayırsever”
burjuvaların cebine giriveren 2 milyar liraya yakın “deprem vergisi” vardır. Bu
milyarlarca ve milyarlarca liralık karların içinde, altında yüzlerce emekçiyi
bırakarak kağıt gibi eriyen binaların çürük üretimiyle sağlanan kar artışları
vardır. Bu milyarlarca ve milyarlarca liralık karların içinde TV’lerin,
dizilerin, şikeci spor endüstrisinin söylediği yalanlar vardır. Bu milyarlarca
ve milyarlarca liralık karların içinde Kürt halkına yağdırılan kurşunlar ve
bombalar vardır.
Kapitalist sistemin dayattığı ağır
çalışma koşulları, sisteme entegre yeni yaşam biçimi ve buna bağlı olarak
değişen, bencilleşen insan profilinden yana sorunlar yaşadığımız bir gerçek.
Aslında bunlardan kaynaklı sistem karşıtlığı, bizleri hayatın
bunaltıcı akışı içinde yan yana getirdi.
Sistemin
yarattığı bu yeni insan profiline duyduğumuz tepki, bu karşıtlık üzerinden
bizleri birbirimize epeyce bir yakınlaştırdı da. Çünkü bir aradayken kendimizi
ifade edebilmekten kaynaklı oldukça rahat ve mutluyduk. Çünkü birbirimizi
anlıyor ve yormuyorduk. Belli ki bambaşka bir dünya özlemindeydik ve o
merkezine insanı koyan komünal dünyanın hayalini kuruyorduk.
Ancak
biliyoruz ki bu özlemin üretken olmayan, dar grup arkadaşlığı düzeyinde
kalması, bizleri ileri bir noktaya getirmeyecek!
Bu
bizde bir bilinç de oluşturdu; ihtiyaç ve taleplerimizi, özlemlerimizi,
hayallerimizi, sisteme duyduğumuz öfkeyi gerekçelendirip, sağlam temellere
dayandırarak çevremizde bir farkındalık yaratıp, çoğalarak yeni yeni
yöntemlerle alternatif mücadele kanalları yaratabiliriz!
Her
birimizin işçi kimliği yanında bir de kadın kimliğimiz var. Kimimiz bir tekstil
atölyesinde çalışıyoruz, kimimiz bir mağazada, kimimiz bir finans kuruluşunda
beyaz yakalı işçiyiz, kimimiz de bir hukuk bürosunda ücretli avukatlık
yapıyoruz, öğrenciyiz veya atanamayan bir işçi öğretmen adayıyız vs…
Bizler,
bize biçilen edilgen kadın rolünü her ne kadar reddetsek de, (“biçilen rol”ün
altını kalın çizgilerle çizip, kadın olmaktan yana bir şikayetimiz olmadığını
belirtiriz) bu ‘meta’, cinsel obje rolün getirdiklerine iş yerlerimizde,
sokakta ve evimizde ağır bir biçimde maruz kalıyoruz. İşçi sınıfının içinde
birlikte sömürülsek de; evde kadın kimliğimizden kaynaklı ikinci kez
sömürülüyoruz. Zira Engels de “Aile içinde erkek burjuva, kadın proletaryayı temsil
eder.” sözleriyle tam da bu durumumuzu tasvir ediyor.
Hayatın
içinde yaşadıkça anlıyoruz ki, bu ‘ikincillik’ bizlerde bir özgüven sorunu
oluşturuyor. İşte meselemiz de tam da bu noktada başlıyor…
Bu
günkü statüyü kabul etmeyip de, kendimizi örgütleyerek savunmaya kalktığımızda
erkek egemen sistemin etrafımıza ördüğü ‘koruma duvarları’na toslamaktan çok
hırpalandık.
Hemen
her gün tosladığımız bu ‘koruma’ duvarlarını yıkmanın zamanı çoktan geldi!
Bu
duvarlara isteyerek veya istemeyerek her gün bir tuğla koyan erkek
arkadaşlarımız, yoldaşlarımızla bu duvarı beraberce yıkacağız!
Sözüm
ona o koruma duvarı ne kadar özgürlüğümüze engelse, tuğla eklemek de bir o
kadar özgürlüğe engeldir.
Bir
cinsi ezen bir cins özgür olamaz !
Biz
kadınlar ve erkekler omuz omuza etrafımıza örülen duvarları birlikte yıkacağız!
Sınıf
mücadelesi içinde, eş zamanlı olarak kadın kimliğimizi de beraberce
özgürleştirmek esastır.
Hayalini
kurduğumuz eşit ve özgür dünyayı kadın erkek birlikte omuz omuza mücadeleyle
kazanacağız!
ELLERİ AÇMAK
Proletaryanın
toplumsallaşıp toplumun proleterleştiği, yoksulluğun ve yoksunluğun gün
geçtikçe derinleştiği, kendi ideolojisini yaratarak ilerlediği, meta
ilişkilerinin düşkünleşmeyi -sığlaşmayı da çoğalttığı bir süreç bu. Sınıf
hareketinin kıpırdanma sinyalleri verdiği bu süreçte meta-marka bağımlılığı
kendi ilişki ve kültürünü de yaratıyor.
Bir takım
eşyalara sahip olabilmek için çabalamakla geçiyor insanlığın yaşamı. Metalar
bir ihtiyacı gidermenin aracı olmasının dışında, bir arzu nesnesi olarak sunuluyor
pazara. İhtiyacın karşılanması değil sahip olma ilkel güdüsünün -pazarlamanın
yarattığı arzunun- tatmini belirleyici hale geliyor. Üretimin sürekliliği
karşısında bu arzunun tatmini de ancak anlık ve kesitsel kalıyor.
Yeni arzular
yaratmanın sürekliliği de böylece sağlanmış oluyor. Beyinleri işgal eden bu
durum toplumsal ilişkilere de yansıyor, bireyler arası iliş-kiler meta
dolayımlı kuruluyor. Metalar araçsal-lığını yitirip, amaçlaşıyor. Burjuvazi
ağlarını çok derinden atıyor, dipleri tarayan ağ doğal yaşamı bozuyor. Metalara
sahip olma güdüsü, sadece ona sahip olacak maddi güce sahip olanları değil, en
derin yoksulluğu yaşayanlar dahil tüm emekçileri sarıyor. Işıl ışıl
vitrinlerin, reklamların cazibesi sarıyor insanları. Burada burjuva kültür-ideoloji,
kitleleri egemenliğine almanın yeni görünmez bağını da oluşturuyor. Hiç
farkından olmadan kuşatıyor. Sarsılıp kendinize gelmeniz için bir dış kuvvetin
varlığı gerekiyor çoğunlukla. Burjuvazi düşünmenize hiç fırsat vermiyor çünkü.
Gün 24 saat çevrelenmiş durumdayız zira. Durumunuzun bilincine varmamız,
tutsaklığımızı farketmeden buradan çıkmamız da kolay değil. Ne yapmak lazım?
Nasıl
girdiysek o sarmala o şekil-de çıkmak belki… Hoşa gitmeyen bir benzetme olacak
belki ama… Hindistan’da şöyle bir canlı maymun yakalama yönteminden bahsedilir.
Öncelikle içi boşaltılan bir Hindistan cevizinin içine maymunların sevdiği
çeşitli meyveler konur ve tekrar kapatılır. Kapatıldıktan sonra Hindistan
cevizinin üzerine bir maymunun elinin ancak düz-açık olarak girebileceği kadar
bir yarık açılır. Sonra bu Hindistan cevizi bir ipe bağlı olacak şekilde bir
ağaca asılır. Meyvelerin kokusunu duyup gelen maymun meyvelere ulaşabilmek için
elini yarıktan içeri sokup, avuçlayarak çıkarmaya çalışır. Bu mümkün değildir
oysa. Yarık çok dar olduğundan meyveler elindeyken çıkamaz. Zavallı maymun bu
durumu çözmeye çalışırken avcı ipi çekiverir. Hindistan ceviziyle birlikte
maymun da avcının elindedir artık. İstatistiklere göre bu yöntemle her 100
maymundan 95’i yakalanmakta, ancak %5’i kendini kurtarabilmektedir. Meyvelere
sahip olma güdüsü maymuna kölelik getirmektedir. Avcı ipi çektiğinde meyveleri
bırakıp elini kurtarma şansı ve zamanı var ama bunu yapamıyorlar, çok azı
başarıyor. Maymun tuzağa düştüğünü ancak avcının elleri arasında fark
edebiliyor. Ama artık çok geçtir…Tuzaktan kurtulabilmesi için ellerini nasıl
soktuysa Hindistan cevizinin içine öyle çıkartması gerekir.Bir kıssadan hisse
olarak fazla konuşmaya gerek üzerinde. Öyle mi?.. Son söz olarak şunu
söyleyelim! Önce ellerimizi açıp tuzaktan kurtulmalı, sonra o elleri yumruk
haline getirmeliyiz. Avcı orada durduğu sürece tuzaklar hiç bitmeyecektir
İŞÇİ
SINIFININ ÖZLEMLERİ BURJUVA DEMOKRASİSİNE SIĞMAZ
Referandum,
“Evet” seçeneğinin bariz farkıyla sonuçlandı. Her biri kendi başına önem
taşıyan ve önümüzdeki süreci etkileyecek göstergelerin ortaya çıktığı
referandumun en temel sonucu, geri tipte burjuva demokrasisinin -anayasa önde
gelmek üzere- tüm unsurlarıyla pekiştirilmesi yönündeki adımların kitlelere
benimsetilmesi oldu. “Evet” oylarının ezici üstünlüğünü yaratan, kampanya
dönemi boyunca “sol”dan rol çalan AKP’dir. AKP, siyasal rakiplerinin “AKP
karşıtlığı” kısırlığında yürüttüğü kampanyayı boşa çıkardı. Ağır işsizlik,
güvencesiz çalışma, iş cinayetleri, amansız yaşam koşulları altındaki işçi ve
emekçi kitlelerin dikkatini “12 Eylül’ün defterini dürme”, “darbeler dönemini
kapatma” ve “ileri demokrasi” söyleminde topladı ve bağımlı burjuvazi adına en
etkin ve yaygın burjuva demokrasisi propagandasını yürüttü. Sonuç itibarıyla,
referandum sonucuyla yeni bir anayasanın yapılmasının önü açılmıştır;
burjuvazinin istekleri doğrultusunda istikrarlı bir siyasal yapının yeni
dengelerini oluşturacak yeni bir anayasanın hazırlanması adımları
hızlanacaktır. Önümüzdeki bir yılı, genel seçimlere kadar olan süreci
belirleyecek olan da yeni anayasa tartışmaları olacaktır. Referandum
sonuçlarıyla burjuvazi, yeni anayasa için toplumsal düzeyde siyasal desteğini
güçlendirmiştir. Yeni bir anayasa, burjuvazinin ortak programı ve hedefidir. Burjuvazinin
yeni anayasası, parça parça 17 kez değişiklik yapılmış faşist 12 Eylül
anayasasının bir bütün olarak değiştirilmesini hedefleyeceği gibi, Türkiye
cumhuriyet rejiminin başından itibaren sürekli kriz unsuru olarak var olan
din-laiklik ilişkisi ve yakıcılaşan Kürt sorununun burjuva liberal reformist
çözümlerini de içerecektir. Ayrıca yeni anayasa Türkiye bağımlı burjuvazisi ve
kapitalizminin gelişme düzeyine uygun olarak devlet-toplum-birey ilişkilerini
kapitalizmin gelişim dinamiklerinin önünü açacak ve hızlandıracak yönde yeniden
düzenleyecek bir siyasal hukuksal metin olacaktır. Anayasanın
içeriklendirilmesi ve hazırlanma sürecine ilişkin burjuvazi içerisinde kimi
önemli farklar olmakla birlikte emperyalist burjuvazinin hedefleriyle de iç içe
geçmiş olarak yeni anayasanın ruhunu ve felsefesini oluşturacak olan
neoliberalizmdir. Burjuvazinin hedefleri referandumun sonuçlarının açıklandığı
gece Başbakan Erdoğan tarafından, ertesi gün itibariyle de TÜSİAD vd.
tarafından açıklanmıştır. «İleri demokrasi», “katılımcı demokrasi”, “21. yüzyıl
anayasası” gibi neoliberal kapitalist vahşi sömürü koşullarını gizleyen yaftalı
ifadeler kullanmalarını ayırırsak, rejimin sadece 12 Eylül faşizminin
oluşturduğu yapı ve koşullarını değil, cumhuriyet rejiminin tarihsel toplumsal
siyasal kriz yaratıcı unsurlarını da ortadan kaldıracak ve daha istikrarlı
kılacak bir burjuva toplumsal, siyasal hukuksal sistem oluşturma sürecine
girilmiş olduğu bu açıklamalardan da anlaşılabilir. Bu gelişmeler, işçi sınıfı
ve devrimci öncülerinin mücadeleyi yeni bir çizgiye taşımalarını zorunlu
kılmaktadır. Ortaya çıkan ve hız kazanan siyasal toplumsal koşullardaki
değişimi görmeyen ve buna karşılık oluşturacak bir mücadele hattına girmeyen
her yapı, tutuculaşan konjonktürel bir muhalefet örgütü olarak kalmaya, üstelik
karşı çıktığı geri düzeydeki burjuva demokrasisinin çekim alanına girip eriyip
dağılmaya mahkumdur. İşçi ve emekçilerin onyıllarını mezara gömen 12 Eylül
rejiminin kanlı mirasıyla gerçek hesaplaşma, TÜSİAD’dan, AB’den, Kürt burjuvazisinden
bir fazlasını söyleyerek değil, bizzat işçi sınıfının devrimci sosyalist
siyasallaşmasını sağlayarak, militan bir sosyalist işçi demokrasisini işleterek
gerçekleşecektir. Gazetemiz İşçi Meclisi, referandum sürecinde “boykot”
taktiğini bir alternatif olarak içeriklendirdi. Komünistler ve devrimci işçiler
açısından boykot, sadece rejimin önceki faşist siyasal yapısına karşı değil,
değişen ve hakim hale gelen geri tipteki burjuva demokratik yapısına karşı da
sosyalist işçi demokrasisi ve sosyalist anayasa alternatifleştirilerek ileri
sürüldü. Boykot taktiğinin ileri sürülmesinin de ötesinde asıl ayırt edici olan
da burjuva demokrasisine karşı sosyalist işçi demokrasisinin, burjuvazinin yeni
anayasasına karşı sosyalist işçi anayasasının çıkartılmış oluşudur. Burjuva
demokrasisinin yapı ve işleyişine karşı alternatif oluşturmayı sadece geleceğin
değil, bugünün sorunu olarak görüyoruz. İşçi sınıfının kapitalizmi, burjuva
sınıf diktatörlüğünü yıktıklarında nasıl yöneteceklerinin bilinciyle, sosyalist
demokrasinin bilinciyle bugünden kendisini eğitmesi gerekir. Burjuva
demokrasisinin eleştirisiyle ve sınıf örgütlenmelerinde kazanacağı deneyimlerle
bu yönde eğitilmeyen bir sınıf kapitalistlerin iktidarını yıksa dahi kendisi
yöneten bir sınıf olamaz. Bugün işçi sınıfının siyasal, ekonomik, kültürel
mücadelelerinin burjuva demokrasisinin sınırlarını açığa çıkartacak yönde
geliştirilmesi, burjuva demokrasisinin işçilerin kölece çalışma ve yaşam
koşullarında bir değişiklik oluşturmayacağının gösterilmesi, sosyalist
demokrasinin çok daha gelişkin bir demokrasi biçimi olduğunun açıklanması ve
tüm bu mücadelelerin sınıfın özgirişkenliğini, karar alma ve uygulama
yeteneğini geliştirecek biçimde örgütlenmesi politik örgütsel hattımızı
oluşturmaktadır. Referandum süreci bir başlangıçtır; önümüzdeki dönemde siyasal
mücadelemizin üzerinde yükseleceği temel budur.
İŞSİZLİK
KADER DEĞİLDİR!
Küresel
ekonomik krizin doğrudan etkilerinin en başında şüphesiz işten atılmalar ve
yükselen işsizlik oranları gelmektedir. İşsizlik oranlarının, işsiz sayısının
hızla artması toplum-sal dokuyu da şiddetle sarsan bir olgudur. İşsizliğin
sürekli büyümesi, özellikle genç nüfusta biriken işsiz sayısı, sermaye
kesimlerine olası bir "sosyal patlama"yı hatırlattığı gibi, bununla
birleşik olarak da işsizliği, çalışan kesimler üzerinde bir korkuluk olarak
kullanmak, ücret ve diğer kazanımları aşağıya bastırmayı hatırlatır. Son
yıllarda tüm işçi direnişlerine sermaye ve devlet temsilcilerinin yaklaşımı
hep aynı şekilde olmuştur: “Dışarda bu işi çok daha az ücrete kabul edecek
milyonlarca insan var, nankörlük yapmayın!” İşsiz kesimlerin çalışanlar
üzerindeki bu baskısı, bu gerici rekabet, yoksulluğun toplumsal boyutunuda
hızla genişletmektedir. Sermaye kesimlerini çok daha pervasız kılmaktadır bu durum.
Aralık 2009’da Bursa’da bir "maden kazası", grizu patlaması olmuş ve
19 işçi yaşamını yitirmişti. Ölen işçilerin ailelerinin maden şirketinin
aleyhine açtığı mahkemenin ilk duruşmasında, şirket avukatları buz gibi bir
sesle madende işçilere aylık 700 TL ödendiğini, şirketin işçiler için bir
“nimet” olduğunu söyleyebilmişlerdir. Öyle ya dışarıda bu para için ölmeye
gönüllü binlerce insan vardır! Siz bu “nimete” kavuşmuşsunuz işte, nankörlük
etmeyin. Kuralsız, denetimsiz, örgütsüz tama-men esnek çalışma saatleriyle,
günde 12-14 saat, yer altında çok zor koşullarda çalışmanın karşılığı olarak
700 TL bile çok görülür. Sermaye o kadar pervasızdır ki onlarca işçinin
ölümünün ardından bile bu şekilde alçaklaşabilmektedir. Pervasızlıkları,
proletaryanın kendini çaresiz hissetmesindendir. Bu yanılsamadan kurtulduğu
anda kimin kime“nimet” verdiği çok daha iyi görülecektir! TOB öncülüğünde bir
araya gelen sermaye örgütleri işsizlik sorunu konusunda görüş alış verişinde
bulunup ortaklaştıkları kimi konuları öneriler halinde hükumete sunma kararı
aldılar. Ekonomik sistemin hukuki zeminini oluşturan dört yasada değişiklik
yapılmasını, yenilenmesini istiyorlar. 1927, 1950 benzeri yıllardan kalmış bu
dört yasanın (“Türk Ticaret Kanunu”, “Borçlar Kanunu”, “Hukuk Muhakemesi
Kanunu” ve “Ticari Sır ve Kişisel Sırlar Kanunu”) bugünün ihtiyaçlarına göre
yeniden yazılmasını istiyorlar. Son on yılda yasal mevzuattaki değişimlerin
çoğu emperyalist sermaye ile ilişkileri düzenleyen, emperyalist-kapitalist
sisteme küresel düzeyden yapısal uyumu gerektiren konulardı. Şimdi ise daha çok
iç pazarı düzenleyen (sermayenin küresel ilişkileniş boyutunu gözden kaçırmadan
elbette) hukuki mevzuatın yenilenmesi konusunda ısrarlılar. Türkiye bağımlı
burjuvazisi gelmiş olduğu yeni sermaye birikim düzeyine uygun, bu düzeyi hukuki
olarak karşılayabilecek, azami kar güdüsüne, amacına engel olan tüm yasal
mevzuatın ortadan kaldırılmasını istiyor. Bu yasal mevzuatların yeniden
düzenlenmesi ve işveren-patron üzerindeki kimi giderlerin (sosyal güvenlik primleri,
kıdem tazminatı vb.) kaldırılması durumunda işsizliğin azalacağını iddia
ediyorlar. İşsizliğin kabul edilebilir düzeye inmesi (“sosyal patlama” riski
taşımama, ama çalışanlar üzerindeki işsizlik korkusunu devam ettirme
anlamın-da) için en önemli talepleri ise “özel istihdam bürolarını” da kapsayan
“iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi” ve “asgari ücret” üzerindeki merkezi
belirlemenin gevşetilmesidir. Burjuvazinin dilinde “esnekleştirme” kavramının
anlamı kuralsızlaştırma, her türlü denetimden azade olarak işçinin üzerindeki
sömürü baskısını arttırmaktır. İşsizliğin sınıf hareketinin önündeki en büyük
engel olduğunun bilincinde olan burjuvazi, bu durumu fırsata çevir-menin
peşindedir.İstatistik verilerin soğukluğu emekçi kitlelerin iliklerine kadar
yaşadığı ızdırabı görmemize engel değildir. Her gün yaşanan onlarca trajedi,
gazete ve televizyon ekranlarının, reality şovların değişmez konuların-dan
olmaktadır. İşsizlikten bunalıp intihar edenler, ailesini katledenler, borcunu
ödeyememekten kaynaklı ortaya çıkan ağır dramatik olaylar… Hem çalışan hem
işsiz kesimlerin yaşadıkları… boğulma, çürüme ve düşkünleşme örnekleri. İnsanın
içini acıtan, sisteme öfkesini arttıran bir yaşantı… Muğla-Fethiye’de çocuğunun
dershane ücretini ödeyemediği için hapse atılan bir anne; annesinin
hapsedilmesinin şokunu, ağırlığını taşıyamayan gencin intihar etmesi aslında
sistemin niteliğini göstermesi açısından da karakteristiktir. Devlet
güvencesinde, eğitimin parasız olması gerekirken, kalitesi bilinçli olarak
düşürülen eğitim sis-temi nedeniyle ücretli dershanelerin zorunlu hale
getirilmesi, dolayısıyla eğitimin paralı hale getirilmesi; işinden atılan
anne-babanın dershane ücretini ödeyememesi, senetlerde imzası bulunan annenin
(Türkiye genelinde bu durumda 40 binden fazla insanın bulunduğu söyleniyor)
mahkemece tutuklanması. Eğitimin bir hak olmaktan çıkartılarak ücretli hale
getirilmesi; işsizlik, polis, mahkemeler hapishane döngüsünde sönen emekçi
hayatlar size de bir şeyler anlatmıyor mu… Bu hikayenin özü esas olarak, kapitalist
üretim sürecinin amacının insanın, insanlığın ihtiyaçları değil, aza-mi kar
olduğudur. Karın düzeyini düşürebilecek her türlü insani, toplumsal ihtiyaç,
beklenti dışlanması, bertaraf edilmesi gereken şeydir. Burjuvazinin insani ve
toplumsal ihtiyaçtan anladığı kendi sınıfsal çıkar ve beklentileridir. Onun için tüm devlet kurumları, medyası,
sivil toplum vs. ile bu çıkarları korumaya, geliştirmeye çalışır. Sınıf
hareketinin, mücadelesinin gerilediği kesitler-de dizginsiz bir hale gelen
sömürü çarkları Fethiye’deki anne ve oğulun yaşadığı trajedide olduğu gibi
emekçi hayatları ezer, öğütür. Fakat bilinmesi gereken esas şey bu
yaşanılanların kader olmadığı-dır. Kapitalist ekonomik sistemin temel
karakteristiği olan bu durum yaşanmak zorunda değildir. Büyük bir doymaz iştaha
sahip burjuva azınlığın çıkarları üzerine kurulu bu ekonomik sistem toplumsal
yoksulluğu, açlığı, işsizliği her geçen gün arttırmak dışında bir işlev
görmemektedir. Bu sisteme karşıt, onun karşısında yer alan tek alternatif sosyalist
ekonomik sistemde ise üre-timin amacı ihtiyaçları ile birlikte insandır.
İnsanın maddi ve manevi, kültürel tüm ihtiyaçları üretimin amacıdır.
Dolayısıyla insanın insanı sömürmediği, açlık ve işsizliğin, gelecek kaygısının
olmadığı, olmayacağı tek sistem olarak sosyalizm emekçilerin kurtuluşunun
biricik yoludur. İşçi sınıfı ve işsiz kesimler tüm emekçilerle birlikte kader
birliği yaparak ortak talepler doğrultusunda, birleşik ve militan bir sınıf
mücadelesi yürütmeli, bu kavga içerisinde gelişerek toplumsal yapıyı alt üst
edip yeni bir ekonomik-siyasal sisteme, mülkiyetin kolektifleştiği, dolayısıyla
çıkarlarında kolektif bir kimlik kazanacağı sosyalizme yürümelidir. Üçüncü bir
yol yoktur. Ya kapitalist bir barbarlık, çürüme. Ya da, sosyalizm ve insanın insanca
yaşayacağı bir sistem!…
İŞÇİ HAREKETİNDE YENİ MAYALANMALAR
İşçi sınıfı
hareketine nispi bir itilim kazandıran Tekel direnişi başta olmak üzere,
itfaiye, Marmaray, İSKİ, belediye, ataması yapılmamış öğret-menler, taşeron
sağlık işçileri direnişle-ri, bu yılın ilk yarısında öne çıkan işçi direnişleri
oldu. Bu direnişlerin ortak özellikleri şunlardı:
1- Tümü
kamudaki özelleştirme, taşeron, sözleşmeli, 4-C gibi günümüzde vites büyüten
neoliberal saldırıların sonucu olan, hak ve konum kaybı içindeki güvencesiz
işçi kesimleriydi. Bu dire-nişler, işçi sınıfının yeni durumunu ve buna karşı
gelişen yeni mücadele dinamiklerini de gözler önüne serdi. “4-C, sözleşmeli,
güvencesiz çalışmaya hayır”, “Taşeronluk sistemi kaldırılsın” gibi talepler,
tekil olmaktan çıkarak, giderek birleşik mücadele talebi haline gelmeye
başladı.
2-
Direnişler, daha inatçı, toplumun gözünde daha meşru, pasif bekleyişle
yetinmeyen, daha fiili bir karakter kazandılar. Merkezi yerlere çadır kurarak
direniş alanına çevirme, işyeri, miting kürsüsü, AKP, Türk-İş işgalleri, yol
kesme, köprü eylemleri…
3-
Direnişler arasında henüz zayıf da olsa bir eylemli dayanışma ve birleşik
mücadele dinamiği ortaya çıktı. Rutin “dayanışma ziyaretleri”nin ötesinde
bir-birlerinin eylemlerine katılma, birleşik eylem yapma, Direnişteki İşçiler
Platformu gibi örnekler ortaya çıktı.
4- Bu
direnişlerin daha inatçı ve fiili bir karakter kazanması, devrimcilerle öncü
işçiler arasında artan etkileşimle gerçekleşti. Henüz çok sınırlı ve cılız bir
kitle tabanına dayanıyor olsa da, devrimcilerle etkileşim içinde, sendi-ka
bürokrasisinin kontrol sınırlarını zorlayan, yer yer de fiilen dışına çıkan,
onunla daha cepheden bir mücadeleye girişen bir öncü işçi inisiyatifi de
kendini göstermeye başladı.
5- Bu
direnişler işçi sınıfının değişen durumunun ve dinamiklerinin, ar-tık hiçbir
biçimde mevcut bürokratik dar işkolu sendikalarının, önceki iş ve grev
mevzuatının kabına sığmadığını gösterdi. Bu direnişlerin en önemli sonucu, işçi
sınıfının artık neredeyse her direnişinde sınırlarına dayanıp ya geri-ye
kırıldığı ya da onunla da mücadele ederek ilerleyebildiği, önceki dar, tek
biçimli bilinç, örgütlenme ve mücadele biçimleriyle yetinemeyeceğini
göstermesi, henüz çok sınırlı kesimlerde de olsa, yeni arayışları ortaya
çıkarmasıdır.
6- En
anlamlısı TEKEL ve 1 Mayıs’taki kürsü işgali olmak üzere siyasal ve moral
kazanımlara karşın, bu direnişler somut kazanımlar elde edemediler. Bunun en
önemli nedenleri şunlardır: Taban inisiyatifi ve atılımını güçlendirecek işçi
komiteleri, öncü işçilerin tabanla daha güçlü bir köprü kurmasını sağlayacak
işçi meclislerinin oluşturulması sağlanamadı. Öncü çıkışlara karşın daha
yığınsal, gövdesel bir eylem hattı gerçekleştirilemedi. Direnişte olmayan,
çalışan işçi kesimlerinin mücadeleyi desteklemesi ve katılması sağlanamadı.
Sendika bürokrasisinin kontrolü dışına çıkılamadı. Üretimin durdurulması ya da
sermayenin ilgili kesimlerini sıkıştıran daha zorlayıcı eylem biçimleri
gerçekleştirilemedi.
Tasfiye
edilen kamu alanındaki taşeron işçi kesimlerinin çalışma ve yaşam koşullarının
dayanılmaz hale gelmesi, diğer yandan zemini kayan geleneksel işkolu
sendikalarının taşeron işçileri örgütlemekten başka şansı olmadığı için bu
kesimlere yönelmesi, hareketlenmeyi artıracak. Diğer taraftan kadrolu ve kısmi
iş güvenceli kamu işçileri ve işçileşmiş memurları tasfiye etmeye,
güvencesizleştirmeye dönük dev çaplı saldırılar da, sınıfın bu geleneksel
kesimlerinde hareketlenmeler yaratacak.
Organize
Sanayi Bölgelerinde de, özel-likle de metal sektöründe, son aylarda artan
kıpırtılar var. Gebze Çayırova’da ÇEL-MER Çelik, Çorlu’da DİSA Oto-motiv,
Düzce’de Termo Makine fabrikalarında sendikalaşma girişimleri ve işten atmalara
karşı zorlu direnişler kazanımla sonuçlanırken, Düzce’de Samka Metal’de direniş
sürüyor. Türki-ye burjuvazisinin can damarı olan ve en büyük metal
fabrikalarındaki yaklaşık 70 bin işçiyi kapsayan metal toplu iş sözleşmelerinin
başlaması, çoğu sendikasız organize sanayi bölgelerindeki metal
fabrikalarındaki direnişlerin de önemini artırıyor.
Tıpkı muazzam
genişleyen taşeronluk sistemi gibi, organize sanayi bölgeleri (OSB) ve KOBİ’ler
de, sermayenin yeni sömürü organizasyonunun bir ifadesi. Böylece kriz büyük
sermaye tarafından bu kesimlere aktarılırken, işçi sınıfının mücadelesi de
parçalanıp buralarda tamponlanmak isteniyor. Bu yüzden OSB’lerdeki işçilerin
birincisi, organize sanayi bütününün de, ikincisi, bunların fason üretim
yaptığı ana firmaların -toplu sözleşme sürecindeki- işçileriyle birlikte
örgütlenmesi son derece önemli.
Türkiye işçi
sınıfının son dönemlerde-ki en önemli direnişi, UPS direnişi ise, birincisi
uluslararası karakteri, ikincisi Türkiye çapında yaygınlaşması, üçüncüsü ise
sertliği ile öne çıkıyor. UPS, dünyanın en büyük kargo tekeli. Türki-ye
burjuvazisinin bölge gücü politikalarının bir yönünü de, bölgesel
ulaşım-taşımacılık üssü olması oluşturuyor. Bu koşullar altında UPS direnişi,
taşeronluğa karşı mücadelenin de öne çıkan cephelerinden biri oluyor.
Önümüzdeki
süreç, sınıf mücadele-sinin her alanda daha çetin geçeceği, daha geniş ve
çeşitlenmiş bir cepheye yayılacağını gösteriyor. Bir yandan işçi sınıfının
gücünü kıran ve gerileten iş-sizliğin ve taşeronluğun daha geniş bir zemine
yayılması, diğer yandan buralarda emek yoğun sömürü terörünün bir sınıra
dayanmaya başlaması ve işçi sınıfının yeni ve ara geçiş kesimlerinin mücadeleye
girmeye başlaması. İşçi sınıfının geleneksel kamu işçisi ve işçileşmiş memur
kesimlerinin tasfiyesi ve güvencesizleştirilmesine dönük, dev çaplı bir saldırı
dalgası ve bu alanda bir-kaç yıla yayılacak son büyük muharebeler. En sonu,
büyük sanayi işçilerinin, kafa işçilerinin hızlanan konum kaybı ve bunun ortaya
çıkardığı yeni mücadele dinamikleri…
Tabii bu,
işçi sınıfının bir çırpıda toparlanıp bir üst düzeye sıçrayacağı anlamına
gelmiyor. Mücadele halen ağırlıklı olarak geleneksel sendikacılığın belirleyici
olduğu, hak ve konum kayıplarına karşı eski düzleminde sürmektedir.
Ancak bu
mücadeleler içinden de, yeni, fiili örgütlenme ve mücadele arayışları ortaya
çıkmaktadır. Önemli olan işçi sınıfının bağımsız bilinç, örgütlenme ve mücadele
kanallarının, yine bu mücadeleler içinde yaratılmasıdır.
YETENEKSİZ
SİNİZ İŞÇİ SINIFI!
Medyada her gün bir yetenek
yarışması programı çıkıyor. “Pop Star”, “Yetenek sizsiniz Türkiye”, “Survivor”…
Bu programlara çıkanlar birbiriyle vahşi bir rekabet halinde, ortaya konulan
ödül için yerli yersiz yeteneklerini sergilemeye zorlanıyor. Biz de size
soralım: Yetenekli misiniz?
a- Ben ne iş
olsa yaparım abi, asgari ücrete havada çift perende bile atarım!
b-Bende
yetenek çok! Bak şimdi, bu bardağı nasıl çatır çutur yiyecem!
c-Hangi
yarışma programı bu, ödül ne kadar, bu ödülü almak için kimi uçurumdan aşağı
atmam gerekiyor?
d-Yetenekliydim!
Ama günde 10 saatimi bıraktığım o izbe atelye, bi de şu gözü kör olası herif,
üstüne şu sıpalar, ne varsa alıp götürdüler!
e- Ben
yeteneksiz doğmuşum abi, taşeron işçi doğmuşum bir kez!…Yanıtlar uzak ya da
yakın gelebilir. Ama her birimiz, bir şeyler yapabilmeye yatkınızdır. İşportacı
Kazım, zabıtanın ta uzaktan kokusunu alır ve vıııııııııın, tutabilene aşk
olsun! Zabıta Hüsnü, işportacıya baskın verir; arabadaki meyve ve sebzeleri
yere devirmekte üstüne yoktur! Hatçe anam, yokluk-tan çorba var eder de, oniki
zil aç nüfusu doyurur. Bizim Ahmet, fena halde zar tutar; iki mars, bi ters,
hadi al bakalım koltuğunun altına! Veysi Hoca, bi okuyup üflesin, bi de kurşun
döktü mü cazır cuzur, tamam; senin oğlanın bişeyciği kalmaz! ….
Bunlar da
yetenek mi yahu, diyeceksiniz. Eh, bugün için en önemli yetenek, kendimizi
sömürtebilme yeteneği olduğuna göre… Kendini sömürtemeyenin en küçük bir yaşama
şansı dahi olmadığına göre… Hep-sine püfff ! Zati bizi sömürüp ezen
sermayedarlar da, sağ olsunlar, daha uzun süre çalışmamız, daha fazla makinaya
bakmamız, eve dahi iş götürmemiz, bilgisayardan anlamamız, bir sürü yabancı dil
öğrenmemiz, …. için ha babam zorlayıp duruyorlar. Onlar zorladık-ça da, yetenek
delisi olmaktayız.
Bellek:
Aylardır görmediğin çocuğunun yüzünü hatırlayabilme!
Mesane:
Çalışma saatlerinde helaya gitmek yasak olduğundan, mesanenin esneme yeteneği!
Mide: Asgari
ücretle beslenmeye değil, kazınmaya koşullandığından, kazınmalara karşı koyma
yeteneği!
“Yetenek
sizsiniz!” diyerek sahneye çağırıyor; birbirimizle vahşi bir rekabet ve kanter
içinde yeteneklerimizi sergilememizin ardından, tüm yeteneklerimize karşılıksız
el koyup, “Yeteneksizsiniz!” diyerek sahne-den aşağıya yuvarlıyorlar!
Yeteneklerimizin
sermayeye dönüşüp bizi sömürüp ezmeyeceği bir zaman, bir mekan, bir çağ, bir
gezegen var mı; mümkün mü? Sömürüyle birlikte, lanet olası kendini sömürtebilme
yeteneğimizi de tarihe gömeceğimiz; sadece kendimizin, birbirimizin, hepimizin
yeteneklerini kendimiz için geliştirip kendimiz için kullanacağımız bir toplum
mümkün mü?
Mümkün!
Komünist toplum, herkesin çok yönlü yeteneklerini sonsuzca geliştirebileceği
toplumdur. Fakat bunun için en başta, tüm yeteneklerimizi körelten ve kendine
mal eden burjuvaziye karşı örgütlenme ve mücadele yeteneğimizi geliştirmeliyiz.
Tüm yeteneklerimizi üç kuruşa patronlara satmak yerine, kendi sınıfımızın
kurtuluşu için bir araya getirmeliyiz.
Kültür-sanat
yalnızca kültür-sanat mıdır? Kültür-sanat, hiçbir zaman sınıflardan, ekonomi,
politika ve ideolojiden bağımsız var olmamıştır. Günümüzde ise burjuva
kültür-sanat, başlıbaşına büyük bir sermaye birikim alanıdır.Günümüzde kültür-sanat,
başlıbaşına ve dev çaplı bir tekelci kapitalist sanayii haline gelmiştir. Dünya
müzik, sinema, gösteri sanatları, kitap, festival, kültür-sanat organizasyonu
vb sanayilerinin her biri az sayıda emperyalist tekelin denetimindedir. Tekelci
burjuvazi, büyük çaplı kültür-sanat merkezleri, müzeleri, vakıfları,
organizasyonları, sponsorluk mekanizması, “sosyal-kültürel sorumluluk”
kampanyaları ile kültür-sanatı tümüyle tekelci sermaye egemenliği ve çıkarları
doğrultusunda yoğurmaktadır. Böylece, kültür-sanat aracılığıyla vahşi sömürüyü
ve baskısını perdelemekte, “meşru ve doğal” göstermekte, “ilerici ve
uygarlaştırıcı” bir kılığa bürünmekte, en etkin bir “halkla ilişkiler” aracı
olarak kullanmaktadır. Burjuva kültür-sanatın bir işlevi de kitlelerin yaşam tarzını,
ilgi, ihtiyaç, özlemlerini bilinç altına kadar nüfuz edip yönlendirerek,
tüketimi körüklemek, yeni kar alanları açmaktır. Kitlelerin iş dışı
zamanlarının da sermayenin istekleri doğrultusunda örgütlenmesi, kitlelerin
edilgenleştirilmesi, alıklaştırılması, deşarj edilmesi, hoşnutsuzluklarından
arındırılması ve bunları bastırmaya koşullandırılması, sistemin güç ve büyüsüne
yeniden ikna edilmesi, böylece bir sonraki işgünü için yeniden paketlenmesinin
kapitalist sömürü disiplini için önemi açıktır.
Fakat
kültür-sanat bununla da kalmamakta, yüzbinlerce işçi ve emekçinin
çalıştırıldığı bir sömürü alanı haline getirilmektedir. Tıpkı eskiden
evde-köyde üretilen her şeyin (bebek maması ve bezinden kazak örmeye kadar)
piyasadan satın alınan hazır metalara dönüşmesi gibi, emekçilerin kendi
aralarında üret-tikleri kültür-sanatın üretimi de sermayeye dayalı kültür-sanat
üretimi haline gelmekte, hazır metalara dönüşmektedir. Kültür-sanat üretimi de
çok daha geniş ölçekli hale gelmekte, toplumsallaşmakta ve evrenselleşmekte
fakat kitlelerle arasına sermaye-piyasa dolayımı girmektedir. Geniş emekçi
kitlelerin mahkum olduğu, “popüler kitle kültürü”, en yüzey-sel, standart, en
basmakalıp, sınıfsal talep gereksinme özlemlerden en uzak tutucu, en gerici, en
geri içgüdülere hitap eden ürünlerden oluşmaktadır.
Devrimci
proleter kültür-sanat savaşımı, eksenine, kültür-sanatın sermayeye dayalı
üretim biçiminin yıkılmasını koymalıdır. Çünkü günümüzde egemen kültür, çok
daha dolaysız ve organize biçimde sermaye kültürü ve kültürün
sermayeleşmesidir. Çünkü bilim, sanat, spor, insanın en insanal-toplumsal
yetilerini ve yaratıcılığını geliştiren, ilişkilerini zenginleştiren uğraş
alanlarından biri olmasına karşın, bunların sermayeye dayalı üretim ve
organizasyon biçimi, tüm o parıltılı cilası altında, insanı-kitleleri en
nesneleştirici, tüketicileştirici, en gözbağlayıcı, en köreltici, en ilkel ve
geri içgüdüleri körükleyici, çürütücü, asalaklaştırıcı, güdükleştirici, bir
engel olarak dikilmektedir.
Fakat
kültürün her düzeyde sermayeleştirilmesine, sermaye olarak yeniden üretimine
karşı savaşım, bun-dan tarihsel olarak geriye, geleneksele doğru değil,
ileriye, sosyalizme doğru olmak zorundadır. Çünkü kültür-sanat üretim, emek ve
bilgisinin ileri düzey-de toplumsallaşması ve merkezileşmesi, bir yanıyla da,
bu alanda da sosyalizmin ön koşullarının ileri gelişimine işaret eder.
İşçilerin ihtiyaçlarını bir lokma, bir hırka, bir dam olmaktan çıkarır; spordan
sanata yeni mücadele talepleri de yaratır. Medya, bilgisayar-internet, büyük
çaplı popüler kültür-eğlence endüstri-si, büyük çaplı sanat, spor, bilim vd.
organizasyonları, festivaller, tabii ki bugünkü biçimleriyle değil, fakat
kitlelerin zihinsel-kültürel planda da etkin kolektif katılım, inisiyatif ve
yaratıcılığını geliştirmenin, sosyalist kültürel dönüşümün araçları haline
gelecektir.
İşçi sınıfı
için kültür-sanat savaşımı, sınıf savaşımının önemi artan bir dinamiğidir. İşçi
sınıfının savaşımı yalnızca dar ekonomik, dar siyasal savaşım değildir. Tüm
yetenek ve ihtiyaçlarıyla insan olma savaşımıdır. Ve bunun için de sermayenin
yalnızca siyasal, yalnızca ekonomik değil, toplumsal kültürel egemenliğini de
yıkmak zorundadır. Bu yüzden de işçi sınıfının büyüyen kültürel, sanatsal,
sportif ihtiyaçlarını gerçekleştirebilmesi, kültür-sanat-spor üzerindeki
sermaye egemenliğini yıkmasına bağlıdır. Kültür-sanat savaşımı da, işçi sınıfı
için her şeyden önce bir savaşım kültürü-sanatı olarak vardır.
TORBA YASASI
NE GETİRDİ?
16 yaş
altındaki genç ve çocuk işçilere asgari ücretten daha düşük bir özel asgari
ücret verilir. Bunu 18 yaşına kadar olan işçilere doğru genişletiyorlar.
✓18-29
yaş arası erkek ve 18 yaş üstü kadın çalıştıran işletmelerin sigorta
primlerinin işsizlik fonundan karşılanması maddesiyle, yaşlı işçilerin işten
çıkartılarak kapitalistlerin sigorta primi dahi ödemeden gençleri sömürme-sinin
önü açılıyor.
✓Meslek
liselerinde okuyan öğrencilere staj sırasında ödenen ücreti düşürüyorlar.
✓Silikozis
hastası kot kum-lama işçilerini, meslek hastası işçilerin yararlandığı
haklardan yararlandırmamak adına onların kayıt dışı çalıştırılmalarını bahane
ediyorlar.
✓Belediyelerde
çalışan norm fazlası işçilerin (yaklaşık 50 bin işçi!) başka kamu kurum ve
kuruluşlarına devrini istiyorlar. Amaç belediyelerde tam taşeronluk. Bu
yetmiyor, il özel idaresine bağlı on binlerce işçi de işsiz kalacak.
✓“Vergi
affı” ile -işçiler ve memurlar için doğrudan ücretten kesme devam ederken-
sermayedarlar için vergi ve sigorta prim afları getirili-yor.
✓Kamuda
esnek çalışmanın kurallaştırıldığı ayrıntılı maddeler getiriyorlar. İş Kanunu
değiştirilerek, "evde çalışma", "uzaktan çalışma",
"saatli çalışma", "çağrı üzerine çalışma" gibi esnek
istihdam biçimlerinin getirilmesi, bunların kamuya da taşınması gerçekleşiyor.
✓Kamuda
başka kurumlara yılda altı ay sürebilecek “geçici” görevlendirmeler, 24 saat
hizmet veren kurumlarda çalışma saatlerinin kurum amirlerince düzenlenmesi
hükümleri geliyor.
✓Sicil
sisteminin yerini disiplin cezası almama koşulu alıyor.
✓Ödüllendirmede
“kamu-sal gelirlerin arttırılma-sı” ölçüt haline getiriliyor.
✓Özel
sektörden kamuya bürokrat/yönetici atanması, atananların özel sektör-de
çalıştığı yılların da kamu hizmeti sayılması...
✓Kamuda
işçiye grev yasakları pekiştiriliyor.
✓Özelleştirilen
kurumlar-la ilgili yargı kararlarının uygulanmaması inisiyatifi yasayla
hükumete veriliyor.
✓İşçilerden
kesintiler-le oluşturulan İşsizlik fonundan 2008'den bu yana 10 milyar TL
aldılar, mecliste yeni kabul edilen bütçe “işçi parasıyla kalkınma” stratejisinin
devam ettiğini gösteriyor.
ALANLARA,
TORBALAR CESETLERİMİZLE DOLMASIN DİYE ÇIKTIK!
Binlerce
işçi ve emekçi güvencesizliği katmerlendiren Torba Yasa’ya karşı alandayken,
OSTİM ve İvedik’te torba işçilerin param-parça bedenleriyle doldu. Torba
Yasa’dan haberdar olsalar bile işsizlik korkusuyla eyleme katılamayan OSTİM
işçileri, Ankara sokaklarını ölümleriyle ateşlediler. Katliamların haberi,
işçilere geleceksizliklerini, kapitalizmden onlara diz çökerek yaşamaktan başka
bir şey vadedemeyeceğini bir kez daha kanıtladı. Burjuvazinin en son
askerlikten de yırtan polisinin uyarıları yuhalamalarla karşılandı. Fırlattığı
gaz bombaları OSTİM’in öfkesiyle geri atıldı.81 ilden işçi ve emekçi neden
Ankara’ya gelmişti? “Deneme süresi” adı altında 4 ay güvencesiz çalıştırılıp
sonra da “İşinden memnun değiliz” diye işten atılmamak; sermayenin ağzı var
dili yok kölesi olmamak için! “Yetiştirilmek üzere” adı altında, 5 işçinin
çalıştığı yerlerde bile stajyer köleliğinin uygulanmaması için! Stajyerlik ücretlerinin
100 TL’ye kadar düşürülmemesi, aramızdaki rekabetle yaşamlarımızın tüken-memesi
için! Çoğumuzun zaten faydalanamadığı İşsizlik Fonu’nda biriken primlerin köle
taciri “Özel İstihdam Büroları”na aktarılmaması için! Belediye işçilerinin
“ihtiyaç fazlası” denilerek toz duman edilmemesi ve belediyelerin 5 yıl içinde
tümden taşeronlaşmaması için! Kamuda çalışan emekçiler dahil, uzaktan, evden,
çağrı üzerine , kurum içi, kurum dışı… güvence-siz çalışmaya mahkum edilmemek,
sağlık, emeklilik primlerinin üzerimize yıkılmaması için! “Kadın istihdamını
teşvik ediyoruz” adı altında kadın emekçiye hem işyerinde hem evde kölece
çalışmayı dayattığı; sağlık ve emeklilik primlerini de onun sırtına yıktığı
için! 10’ar 10’ar kurban gittiğimiz katliamlara karşı en küçük bir iş güvenliği
tedbirinin bile alınmamasını sağlama alan sermayeye dur demek için! İşte bu
yasanın, Torba Yasanın her maddesi, burjuvazinin meclisinden tereyağından kıl
çeker gibi geçiyor. Burjuvazinin sınıf diktatörlüğü en küçük güvenceyi bile
yaşamlarımız-dan söküp atıyor. Burjuvazi için Torba Yasa, azami kar yasasıdır.
Söz konusu azami kar ise, iş, sağlık, eğitim, yaşam, insan, çevre…
“teferruat”tır. Patronların azami karını yaşamlarımızla sağlamak için mi
çalışacağız, yoksa bütün bir toplumun ihtiyaçları için, hem de en güvenli
koşullarda ve zahmetli emeği de ortadan kaldırarak üreteceğimiz, kendi
kendimizi kendi meclislerimizle yöneteceğimiz bir toplum için, sosyalizm için
mücadele mi edeceğiz? Evet, göz göre göre 20 sınıf kardeşimizin daha kapitalizme
kurban gitmesinin öfkesiyle dağlandık. Evet, kendi çürümesine yas tutan
burjuvazinin medyasında 20’miz 1 kişilik yer tutamadık. Evet, bize cennet diye
öbür dünyayı gösterenlerin neden sefayı bu dünyada sürdüğü tokat gibi çarptı
yüzümüze! Ama çaresizliğe, “Böyle gelmiş böyle gider”lere yer kalmadı artık.
Ortadoğu’da milyonların patlayan öfkesiyle bilenelim! Çocuklarımızın soran
gözlerine bakalım! OSTİM’de, Davutpaşa’da, Zonguldak’ta, tersanelerde,
Balıkesir’de, Bursa’da… katledilen sınıf kardeşlerimizin kiniyle yumruklarımızı
sıkalım! Torbaları cansız bedenlerimizle artık daha fazla doldurmamak için
birleşelim! Kapitalizmin hayat diye bize sunduğu iş güvenliğinden yoksun,
kölece güvencesiz çalışmaya karşı sınıf düşmanının karşısına sınıf birliğimizle
dikilelim!