25 Mayıs 2013 Cumartesi


“BÜYÜK MİLLET BÜYÜK GÜÇ” AÇILIMI
Sermaye cephesinde yoğun bir rekabet, devlet yapısı içinde iktidar kavgası, politik arenada hegemonya mücadelesi kıyasıya sürüyor.
İktidarı elinde bulunduran kuvvetler geriliyor, mevzilerini terk edip daha gerilere çekilirken, onlardan boşalan yerler yeni kuvvetler tarafından işgal ediliyor.
Politik hegemonya, güç sarhoşluğundan başı dönen AKP’nin elinde, ama bu gücü öylesine kontrolsüzce kullanıyor ki, toplumun hemen her kesiminde boğucu bir hava estiriyor, bunaltıyor.
Yeni sermaye grupları, namm-ı diğer yükselen Anadolu burjuvazisi ise politik temsilcilerinin önlerinde açtığı güzergahta hırsla, aç gözlülükle ilerliyor, devlet imkanlarından sınırsızca yararlanıyor, politik hegemonyayı elde tutmanın avantajı ile rekabet üstünlüğü kazanıyor, sermaye birikimini katlayarak çoğaltıyor.
Bu olgu, güç fetişizmi üzerine bir tartışmayı ve gücün analizini yapmayı zorunlu kılıyor.
PRAGMATİZMİN “GÜÇ”LÜ PARTİSİ AKP
Yakın tarihte askeri kışlaların giriş kapılarına asılan “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” tabelaları, militarizmin karşıtı liberaller ve burjuva demokratları tarafından eleştirilmiş, buradan cesaret bulan AKP kurmayları da orduya endeksli güç tarifine karşı çıkmıştı.
İktidar merkezinde yaşanan güç savaşını yansıtan bir ifadeyle “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” yazıları.
TSK yönetiminin iktidarı elinden bırakmaya yanaşmayacağını anlatıyor, ‘ben varsam ve güçlüysem siz var olabilirsiniz, varlığının güvencesi benim, madem öyle, güç,iktidar bende olacak’ demiş oluyordu.
Ancak bu, geriletilmiş, mevzilerini kaybetmiş yenilmiş bir ordunun ve ordu partisinin son tutunma hamlesinden başka bir anlama gelmiyordu, tutunması da mümkün değildi.
Birer birer sökülüp hurdacılara satıldı o teneke tabelalar.
Liberal aydın ve yazarların, burjuva demokratların henüz desteğini kaybetmediği sıralarda AKP bu denklemi değiştirme gücünü bulabildi kendisinde ve ‘güçlü Türkiye varsa güçlü ordu olur’ deyip TSK’yı güç denetlemenin gerisine attı.
Güçlü Türkiye nasıl olunur, bunun da açıklanması gerekiyordu.
Erdoğan’ın katıldığı son kongre diye sunulan AKP 4. Kongresi2nin temel şiarı dikkat çekiciydi: “Büyük Millet, Büyük Güç, Hedef 2023!”
Uyaklı bir ses uyumundan ibaret hoş ama boş bir söz!
Sosyalist basın, devrimciler, emekçi sol hareket dahil olmak üzere neredeyse muhalif tüm kesimler tarafından benzer bir küçümseme ile karşılandı bu şair.
Bir yanıyla doğruydu, ama gözlerden kaçan bir şey yok. muydu acaba?
AKP’nin  siyaset tarzı, yönetme anlayışı, iktidarlaşma süreci ile paralellik mi, yoksa karşıtlık mı içeriyor, bir tutarlılık taşıyor mu, yoksa tutarsız ve demagojik bir söylemden mi ibaretti bu ifade?
TSK’nın “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” sloganı, nihayetinde devlete öncelik verirken, AKP’nin “Büyük Millet, Büyük Güç,  Hedef 2023” sloganının milletin en yüksek organı ve gücünü milletten alan parlamentoya öncelik verir gibi görünüyordu.
Gerçekten öyle mi?
Birinci ve ikinci hükümet dönemlerinde, AKP parlamento merkezli bir siyaset ve yönetime ağırlık veriyordu.
Parlamenter cumhuriyetin güçlendirilmesi, saygınlığı kalmamış TBMM’ye itibarını kazandırma, parlamentoyu yığınların nezdinde gerçek yasa yapıcı organ ve yönetime katılma-temsil edilme aracı konumuna kavuşturma ve bu sayede onları düzene bağlama hedef ve amacı, AKP’nin hareket noktasını oluşturuyordu.
Bu alanda izlediği çizgi ve vaad ettikleriyle ulusal ve uluslar arası geniş kesimlerden çok ciddi destekler aldı.
En önemli toplumsal desteği ise değişim isteyen Türkiye toplumu ve değişik tabakalardan gördü.
Üst üste girdiği yerel ve genel seçimlerde oy oranını istikrarlı biçimde yükseltti; muazzam bir güç yoğunlaşması elde etti.
Bu güç, AKP’yi bir yol ayrımına getirdi.
Parlamentoyu mu güçlendirecekti yoksa devleti mi güçlendirmeliydi?
GÜÇLÜ PARLAMENTODAN GÜÇLÜ DEVLETE AKP!  
Burjuva siyaset ve iktidar biçimi açısından ilkesel bir sorun değildir bu.
Zira, burjuvazinin ilkelerini sınıf çıkarları belirler.
AKP de sınıf çıkarları doğrultusunda devleti güçlendirme çizgisine yöneldi.
Burjuvazi için parlamento vazgeçilmez değil, belli dönemlerde ihtiyaç duyacağı, ezilen, sömürülen yığınları düzen içinde tutmaya hizmet edeceği ölçüde devrede bulunduracağı bir aygıttır.
Eş anlamlı olarak parlamenter cumhuriyet de olsa olsa burjuva devlet biçimlerinden bir tanesidir.
AKP, TSK-ordu partisi ile girdiği hegemonya mücadelesinde geleneksel statükocu devlete, güçlendirilmiş bir parlamentoyla karşı koyabilirdi.
Geçici bir dönem için parlamento ve parlamenter siyaset temsil organının üstünde bir yönetim organı olarak da işlevlendirilebilirdi.
Demokratikleşme, insan hakları ve özgürlükler, adalet kavramlarının öne çıkarılması ve bu sayede geniş bir destek cephesine sahip olması aynı döneme rastlar.
Parlamentonun öne çıkarılması, gerek burjuvazi için gerekse somut olarak AKP için konjonktürel bir durumdu.
Bu açıdan ele alındığında, örneğin AKP, başlangıçta kimseyi farklı olduğu yönünde kandırmamıştır.
O dönemin sermaye birikim süreci ve politik hegemonya kurmanın başka rasyonel bir yolu yoktu.
Bir zamanlar güçlü destek verdikleri AKP’nin eski AKP olmadığını söyleyerek eleştiren liberaller de meseleyi hala kanma-kandırma çerçevesinde tartışıyorlar.
AKP ve temsil ettiği burjuva sınıf, çıkarları ve karakteri itibariyle pragmatist bir parti ve sınıftır.
İdeolojisi/dünya görüşü eklektiktir.
Bu özelliği ona çok geniş siyasal-sınıfsal kesimleri kapsama, onlarla ittifak ve işbirliği yapma avantajı sağlıyor.
Ancak partiler, sınıflar ve siyaset statik değil, dinamik karakterdedir.
AKP ve içinden geldiği burjuvazinin sermaye birikimi arttıkça siyaseti de değiştirmek zorundadır, nesnel bir zorunluluktur bu değişim.
AKP, İSLAMCI BÜYÜK SERMAYENİN PARTİSİDİR
90’lara kadar Erbakan çizgisinde politik temsiliyet sergileyen “Anadolu burjuvazisi” küçük ve orta ölçekli imalat sanayi ile ticaret burjuvazisi kökenliydi.
Erbakan-RP dönemi ile sermaye birikimi ve politik hegemonya atağının önü 28 Şubat darbesi ile geçici olarak kesildi.
Geçici olarak, çünkü bu burjuva kesim, sahip olduğu sermaye birikimi ile ülke ekonomisinde ve politika alanında söz sahibi olmak istiyordu.
Ticaretten sanayi burjuvalığına geçiş aşaması, sanayi ile banka sermayesinden mali sermaye bileşimine erişmiş ve bir sıçramanın eşiğine gelmişti.
Geleneksel işbirlikçi Türk tekelci burjuvazisi ile rekabet ederek değil, onun yatırım ve faaliyet alanının periferinde (dış çevre) yer tutmayı tercih ediyordu.
Yerel yönetimleri kazandıkça, belediyelik ile hem yeni sermaye birikimi kanalları açtılar hem geniş çaplı yönetim tecrübeleri edindiler.
Din referanslı ideolojik kimlikleri ile İslamist temelde  yayılma avantajlarından da yararlandılar.
Ortalık kurdukları Arap finans grupları ile uluslar arası kredi kaynaklarına kavuştular.
Faizsiz bankacılık uydurmacısıyla küçük tasarruf sahiplerinin birikmiş varlıklarını nakle çevirip gerçek anlamda sıfır maliyetle muazzam sermaye yatırım imkanları elde ettiler.
Resmi İslam kimlikli ülkeler, bir yandan sermaye desteği ve kredi imkanı sunarken, bir yandan ihracat kolaylıkları ile pazarlarını açtılar.
Kuşkusuz karşılıklı bir çıkar ilişkisiydi bu.
Söz konusu ülke burjuvazileri de Türkiye pazarına girmek için ortaklıklara ihtiyaç duyuyordu.
İslam ortak paydası, bu ortaklığın ideolojik temelini oluşturdu.
Sınır aşan mezhep ve tarikatlar, kökü yüzyıllar öncesine dayanan İslam ekollerinin  günümüzdeki uzantıları, uluslar arası İslami örgütler, İslam alimleri birlikleri, İslami vakıf ve yardım kuruluşları, hac ziyaretleri, din turizmi vb. uluslararası İslamcı burjuvazi arasında ekonomik ve siyasal bağları geliştirdi.
Asya’dan Afrika’ya, Ortadoğu’dan Kafkaslar’a yayılan geniş coğrafyada 1,5 milyarı aşan Müslüman halk, İslamcı burjuvazinin potansiyel toplumsal tabanı ve açık pazarı haline geldi.
AKP’nin ortaya çıkışı ve eşi görülmemiş bir hızla kitlesel taban ve büyük toplumsal destek görmesi bu olgularla birlikte düşünülmelidir.
RP-Erbakan çizgisi İslamcı burjuvazinin aşırı kar arzusu, Pazar arayışı, sermaye birikimi yol ve yöntemlerine cevap veremiyordu.
AKP, İslamcı büyük  burjuvazinin sıçrama ve yayılma ihtiyacının çözümü ve aracı, bu sürecin taşıyıcı dinamosu olarak burjuva siyaset sahnesine çıkmış bir partidir.
İhtiyatlı olmak, erken iktidar kavgasına girişmemek, ittifak güçlerini çoğaltmak, iç ve uluslar arası ilişkilerde İslamcı kimliğinden dolayı hissedilen kaygıyı ve tereddütleri gidermek, uluslar arası tekellerin çıkarlarına zarar vermeme taahhüdü, sermaye birikim sürecini ve yeni pazarlara açılmayı emperyalist tekeller ve onun yerli işbirlikçileri ile rekabet yoluyla değil, hepsi ile direkt ya da dolaylı işbirliği, çıkarlarını gözetme vb. yolu ile yürüteceği güvencesi vermek gibi politik tavır ve söylemler, İslam kimliğini kullanmaktan imtina etmeyen yükselen burjuvazinin kapsayıcı politikalarının esaslarını oluşturuyordu.
DEVLETLEŞEN AKP GERÇEĞİ
2000’lerdeki AKP ile 2010’ların AKP’si, onun maddesindeki esaslı değişime uygun ve ona paralel bir değişim ve gelişim süreci geçirdi.
Bugün, AKP’nin ve bu sınıfın kaybedecekleri çok şeyleri vardır artık.
Her şeyin ötesinde egemen sınıf olma yolunda büyük mesafe katetmişler, egemenliklerini kaybetme korkuları vardır.
Erdoğan’ın öfkesi, sağa sola hiddetle yüklenmesi, elindeki iktidarı kaybetme korkusu ile alakalıdır, yoksa bir belagat sorunu değildir.
Dolayısıyla, AKP bu nesnelliğe göre siyasetini kurgulamaktadır.
Otoriter baskıcı yönetim, tek adam hevesi, AB hedefi ve değişim programından uzaklaşma, başkan ya da başkanlık sistemi ve daha çoğalabilecek yönelimler, AKP’nin devletleşme/iktidarlaşma sürecinin döşeme taşlarıdır.
AKP’nin “Büyük Hüç” dediği devlet gücüdür, kendisinin yönetme aracı olarak kullanacağı “güçlü devlet”in soyut ifadesidir.
Ekonomik ve toplumsal yaşamın baskı altına alınması, halklar ve özgürlüklerin kullanımının kısıtlanması, düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün daraltılması, hak arayan tüm kesimlerin dolaysız devlet şiddetine maruz kalması, politik kontrol mekanizmalarının sert yasa ve yasaklarla takviye edilmesi; güvenlik güçlerinin büyümesi-merkezileşmesi, yetkilerinin artması vb. adımlar ilan edilmemiş bir sıkıyönetim yanlılığını gösteriyor.
Parlamento, politik baskıya yasal görünü verme ve devlet baskısını örtme işlevi oynuyor.
Dün devlet organlarının antidemokratik tavırlarına itiraz ediyor, eleştiriyordu.
Anayasa Mahkemesi ve yüksek yargı organları, HSYK, YÖK ve Rektörler Kurulu vb. kurumların demokratikleşme adımlarına engel olduklarını öne sürüyordu.
Bugün aynı kurumları hegemonyası altına alınca, iktidar aygıtları olarak kendisi etkin biçimde kullanıyor.
Dün hiçbir devlet organının parlamentonun üzerinde olmayacağını söylerken, bugün bazı kritik devlet kurumlarını parlamento denetiminin dışında tutuyor, devlet üstü yapılar oluşturup yönetimi özerkleştiriyor ve merkezileştiriyor.
AKP, EMPERYALİST DÜNYAY YENİ UYUMUMUN ADIDIR
AKP’nin, statükocu devlete bağımlı kontrgerillaları tasfiye edip kendi kontrgerillasını örgütleme, MGK diktatörlüğünü geriletip AKP diktatörlüğünü inşa etmesi, yarı askeri faşist diktatörlüğün yerine dinci-milliyetçi faşizmi örgütlemesi gibi tartışmalar devlet-iktidar-politik hegemonya evrimini açıklamaya yetmiyor.
Bu süreç, uluslar arası ekonomik-politik merkezlerin onayı ve eşgüdümü ile deyim yerindeyse emperyalist dünya siyaseti ile uyumludur.
Dolayısıyla, iç ve uluslar arası bağlantıları ile birlikte devletin reorganize edilmesi, iktidarın yeni ellerde yoğunlaşması ve uluslar arası burjuvazinin sınıf çıkarları doğrultusunda kullanılacak politik hegemonya araç ve yöntemleri ile bütünlüklü ele alınmalıdır.
Bu arada İslamist burjuva ideolojilerinin dünya genelinde yükselişte olan dinamik bir gücü temsil ettiğini de ekleyelim.
AKP uluslar arası ekonomik ve politik sürece entegre olurken bu avantajını da kullanıyor.
Tarihin gerisinde kalan geleneksel statükocu devlet ve ulusalcı Kemalist-faşist rejim, uluslar arası sermaye ve işbirlikçi Türk tekelci burjuvazisinin ekonomik-politik dönüşüm ve gelişimine daha fazla hizmet edemezdi.
Birincisi, AKP ile ilerleyen süreç dar bir burjuva ulusalcı kesim hariç sömürgeci burjuvazi ve egemen sınıfların gelecek perspektifleriyle örtüşüyor, açıktan verilen desteğin yanı sıra sürece taş koymama biçiminde dolaylı destek iç ve uluslar arası ekonomik-politik program üzerinde bir ortaklaşma ve konsensüs anlamına geliyor.
AKP KENDİ SENDİKALARINI KURDU
AKP devleti dönüşürken kendisi de dönüşüyor, ancak daha belirgin olan devletin AKP’lileşmesi değil, AKP’nin devletleşmesidir.
AKP’nin devletleşmesi tek yönlü, sancısız ve  çatışmasız ilerlemiyor.
Onu yolundan döndürecek, ele geçirdiği mevzilerden söküp atacak kudrette bir politik güç kısa vadede karşısına çıkacak gibi görünmüyor.
Yine de egemen sınıflar arasında burjuvazinin klikleri ve farklı çıkarlar peşinde koşan kuvvetler arasında şimdilik lokal düzeyde ve örtülü iktidar kavgaları yaşanıyor.
Bu kavganın tarafları arasında eski iktidar sahipleri ve bugün payına razı olmayan iktidar ortakları yer alıyor.
Egemen sınıfların saf değiştirmelerini, bir ortaklıktan diğerine geçmeleri, yeni ittifaklara yönelmelerini belirleyen olgu sınıf çıkarlarıdır.
Değişimci koalisyondan pazarlık gücü yüksek olan, dolayısıyla iktidardan daha fazla pay isteyenle bu koalisyonunun zayıf gücü olup kendisine parya muamelesi yapılan taraflar.
AKP’nin iki zayıf noktasını oluşturuyor.
Sınıf ilişkileri ve sınıfsal çıkarlar, toplumsal muhalefet güçleri ve sınıf mücadelesi karşısında değişime-bozunuma uğrar, saf değiştirmelere ve yeni ittifaklara zorlar.
İşte AKP’nin korkularını kabusa çeviren güçlü olasılıklardan birisi de budur.
Devlet ve iktidar doğrultusunda kurumsallaşma adımları ve yönetim tarzına sadece iktidarını sağlamlaştırma gözüyle bakılırsa genel ve soyut, siyaseti kendi başına amaç edinmiş bir parti olarak görme ve sunma hatasına düşülür.
AKP, sermaye birikimini güvence altına almak için yasallaştırılmış bir baskı düzenine, hesap verme zorunluluğu olmayan keyfi bir yönetim aygıtına ihtiyaç duyuyor.
Bunun için kitlelerin desteği ile yüksek oy oranı, yani kitlelerin sadakatini kazanma çabalarını da göz ardı etmiyor.
Nazi Almanyası örneğinde olduğu gibi milli hamasi nutuklar tek başına yeterli değildir bu sadakat için.
İşçi ve emekçilerin, yoksulların, emek cephesinin de rızasını alması gerekiyor.
Bu amaçla, bir yandan çalışma ve iş yaşamını düzensizleştiriyor, paralize edip sendikaların ulusal düzeyde ekonomik ve politik faaliyetlerini kırarken, bir yandan yerel düzeyde parçalarda, üretime dayalı sanayi işletmelerinde pazarlık imkanalrının kalmasını gözetiyor.
Emek hareketini tümüyle ortadan kaldırmıyor, ayrıcalıklı bir katman geliştiriyor, sendikalar üzerindeki gücünü pekiştirecek tedbirler ılımlı bir sendikal bürokrasi yaratıyor.
İşçi ve memur sendikaları arasında kitlesel tabana sahip hatta en büyük konfederasyon gücüne erişmiş sendikal örgütlenmeler bu yönelimin sonuçlarıdır.
Mevcut sendikalar arasında burjuva sarı sendikacılık yaftalı kimi sendikalarla dahi birlikte çalışmaya yanaşmıyor olması dikkat çekicidir.
Sendikal bürokrasiyi ekonomik-politik rüşvet ya da baskı yolu ile yanına çekmekten ziyade yeni sendikalar kurmayı, yeni sendikal bürokrasi yaratmayı tercih etmesi diğer burjuva parti ve hükümetlerden farklı bir yönetime işaret ediyor.
AKP’Yİ AŞINDIRMAK VE AŞMAK
AKP’nin artan siyasal baskısının halk arasında bir toplumsal temeli gerekiyor.
Eğer kitle sadakati-toplumsal rıza üretimi parlamenter rejimde salt hegemonik politikalarla mümkün olaydı “güçlü devlet” gereksiz olabilirdi.
Öyle anlaşılıyor ki AKP, elinde tuttuğu parlamento aracı ve uyguladığı hegemonik politika yöntemleri ile bu rıza üretimi ve sadakati yeterli bulmuyor, uzun erimli, kalıcı ve sürekli olmayacağından kaygı duyuyor, daha sert baskı yöntemleri ile “güçlü devlet” meylediyor.
Sermayenin ekonomik ve politik hakimiyetini sürdürebilmesi için gerekli stratejileri üretmede üzerine düşeni yerine getiriyor.
Hak arayan, direnen kesimler, ilerici, sosyalist partiler, Aleviler, Kürtler, ötekileştirilenler, nükleer karşıtları, HES protestocuları, barınma hakkı için mücadele edenleri, toptan politik temsilin kurum dışı biçimleri olarak tasnif ediyor, gelişmelerini büyümelerini önleyici her yola baş vuruyor.
Bunun kalıcılığı ve güvencesi ise politik güçler dengesine bağlıdır.
“Güçlü devlet” resmi kurumsal yapıda güçlü olabilir, fakat devlet iktidarı verili andaki sınıf mücadelesinin sertliği ve keskinliği tarafından aşındırılır ve aşılır.
Ne kadar güçlü de olsa baskıcı müdahaleleri zayıf ve etkisiz kalmaktan kurtulamaz.
Bu kaçınılmaz son AKP’nin de kaderidir.
Güç yoğunlaşmasının zirvelerine erişen AKP’nin, Kürt yurtsever hareketi karşısındaki acizliği ve çaresizliği bunun kanıtıdır.
Genel olarak burjuvazinin parlamenter demokrasiden “güçlü devlet” baskıcılığına yönelmesi onun gücünü değil, yönetme zayıflığını gösterir.
AKP’nin “güçlü devlet”i Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerin, devrimcilerin ve sosyalistlerin, Kürt halkı ve ulusal azınlıkların çok yakından tanıdıkları faşist devletten başkası değildir.
Devrimci harekete düşen görev, AKP ve egemen sınıf güçlerini yönetemez duruma düşürmek, en güçlüsü dahil olmak üzere devlet biçimlerini işlemez hale getirmek ve devrimci durumu örgütlemektir.
KADIN DÜŞMANI AKP
AKP, “Büyük millet büyük güç” sloganında, erkek egemen kapitalist sistemin kadın düşmanı politikalarını da tanımlıyor.
Nazi Almanyası örneğinde de görüldüğü üzere AKP Hükümeti’nin 10 yıllık iktidarı, “üç çocuk” söyleminden, kürtaj hakkının yasaklanmasına ve çocuk doğurma yönteminin belirlenmesine kadar varan erkek egemen cinsiyetçilikle kadınlara saldırısını sürdürdü.
Kadının korunması değil, “Büyük millet”i oluşturacak olan ailenin korunması esas alındı.
AKP Hükümeti’nde kadına yönelik şiddet %1400 arttı.
Son 9 yılda 4190 kadın katledildi.
Koruma talebiyle polise veya savcılığa başvuran kadınların %73’ü öldürüldü.
Onbinleri aşan çocuk ve kadın, cinsel saldırılara maruz kaldı.
MEDYADA TEK SES
Tutuklu gazeteci sayısı 105’e kadar çıktı, tahliye olanlarla halen, çoğunluğu Kürt basınından 80’i bulan gazeteci tutuklu.
Süren davaların ise sayısı binlerle ifade ediliyor.
AKP Hükümeri, Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun oluşmasında ve etkin bir mücadele yürütmesinde öncülük yapan Türkiye Gazeteciler Sendikası’nı da hedef alıp, Anadolu Ajansı’ndaki üyeleri baskı ve zorla istifa ettirdi.
Ana akım medyadan birçok gazeteci, AKP politikalarını eleştirdiği için işten atıldı.
Sosyalist basından çalışanları ve yazarları hapis yattı.
Haberde Objektif-Yorumda Devrimci Atılım Gazetesi Eski Yazıişleri Müdürü Hatice Duman, müebbet hapsi aldı.
AKP İKTİDARININ 10 YILLIK İCRAATLARINDAN BAZILARI
Her aileden %64’ü borçlu yaşıyor. Yurttaşların toplam borcu 6,5 milyardan 252 milyar TL’ye yükseldi. AB standartlarına göre yoksul sayısı 17 milyon. Kayır dışı istihdam %40.
Genel Sağlık Sigortası Yasası çıkartılarak sosyal güvenlikte özelleştirme yolunda önemli bir adım atıldı. Sağlık için bütçeden harcanan para artarken, bu paranın büyük kısmı özel hastanelerin kasasını doldurdu.
Tersaneler, madenler, inşaat sektörü başta gelmek üzere 10 yıllık AKP iktidarında 10 bin 297 işçi yaşamını yitirdi. Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü durumuna geldi. Afşin Elbistan’da göçük altında kalan termik santral işçileri için Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın “Güzel öldüler!” sözü, AKP’nin emekçi düşmanlığının simgesi oldu.
Doğal afetler, alınmayan önlemler nedeniyle yıkımlara yol açtı. Samsun’da dere yataklarının yer değiştirilmesiyle yapılan TOKİ binalarında yaşanan sel nedeniyle 6 vatandaş yaşamını yitirdi. İstanbul’da değişik dönemlerde yaşanan sel felaketlerinde toplam 31 kişi öldü.
Van depreminde 644 kişi yaşamını yitirirken, depremden etkilenen Vanlıların büyük bir kısmı halen çadırlarda yaşıyor. Kentsel dönüşüm adıyla, yüz binlerce ev hakkında yıkım kararı alındı.
AKP, tekçilik siyasetinin devamcısı oldu. Tek millet, tek bayrak, tek din, tek dil, tek mezhep, tek cinsiyete kadar, Anadolu ve Mezopotamya’nın kadim haklarını, inançlarını yok saydı. Aşağıladı, hakaretler yağdırdı. Evler işaretlendi. Asimilasyon politikalarına fiziki saldırılar eklendi. Son olarak, Malatya Süngü’de Alevilere saldırılar düzenlendi. Ezidi inancı aşağılandı. LGBT bireylerine yönelik nefret söylemleri cinayetlere kadar vardı, onlarca kişi yaşamını yitirdi.
Başbakan Erdoğan, Kars’taki “İnsanlık heykeli”ne ucube olarak tanımlaması, 10 yıllık iktidarının kültür ve sanata yaklaşımını ortaya koydu. Barajlar, Bergama ve Hasankeyf başta olmak üzere tarih sulara gömüldü. Şehir Tiyatroları, bürokratların yönetimine verildi.
“Sıfır sorun” adı verilen dış politika, Suriye’yle savaş eşiğine getirdi. “Bölge liderliği” yaklaşımıyla, sorunsuz sınır komşusu kalmadı.
Eğitim sistemi, 4+4+4 sistemiyle, sermayenin, dinin ve AKP siyasetinin hizmetine sokuldu. Sınav sistemindeki şifre skandallarıyla milyonlarca öğrenci mağdur oldu. “Demokratik, bilimsel, anadilde eğitim” talep eden öğrenciler gözaltı ve tutuklama saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Atanamadıkları için gelecekleri kararan yüz binlerce öğretmen adayı “Atanamayan öğretmenler” hareketi başlattı.
 Kürt sorununda çözümsüzlük, onlarca çocuk, askerlerin ve polisin kurşunuyla yaşamını kaybederken “TMK mağduru çocuklar” kavramı AKP siyasetini tanımlar hale geldi. Tutuklanan çocuklar, Pozantı örneğinde olduğu gibi hapishanelerinde işkence, tecavüz, taciz saldırılarına  uğradı. Roboski katliamı AKP iktidarının gerçek yüzüydü. 34 Kürt köylüsü, savaş uçaklarından atılan bombalarla yaşamını yitirdi. Kürt siyasetçilerine vurulan kelepçeler bir kez daha görüldü. AKP iktidarında milletvekilleri de dahil olmak üzere BDP çatısı altında siyaset yapan binlerce kişiyi, KCK davaları adı altında hapishanelere tıktı. Anadilde eğitim ve savunma hakkı talepleriyle, 72 hapishanede 10 bine yakın Kürt siyasetçisi açlık grevine girdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder