AYAKLANMA VE KOMÜN: BİR DEMOKRASİ OKULU
Halk ayaklanması ile birlikte Gezi Parkı’nda komünal yaşam
örgütlendi.
Sanatsal etkinlikler, hakiki
dayanışma ve paylaşım, ortak kararlar, paranın geçersiz olduğu “ihtiyacına
göre” ilkesinin işlediği giysi, kitap ve gıda stantları, parasız sağlık,
temizlik ve güvenlik ekipleri ile birlikte isminde ortaklaşılan Taksim Komünü.
Nasıl ortaya çıktı bu
ortaklaşmacı düzen prototipi?
Ayaklanmaya katılan yüz binler
bir gecede mi keşfettiler?
Paris Komünü deneyimini mi
hatırladılar bir anda?
Böyle heterojen bir kitle,
örgütsüz ve önderliksiz kendiliğinden harekete geçen ve daha önemlisi
birbirinden farklı tepki, talep ve sebeplerle ayaklanan bu toplumsal kesimler
komünal yaşamı örgütlemede nasıl ortaklaşabildiler, niçin bu kadar kolay
benimsendi komünizmin bu modeli?
Kitleler, yerel ve genel seçimlerde oy kullanarak
birilerine kendisini temsil yetkisi veriyor.
Seçilmişler ise bu yetkinin
sınırsız olduğu anlayışıyla toplumsal yaşam kalıpları ile oynayabileceklerini
sanıyorlar.
Uyarı ve tepkileri dikkate
almıyor, talep ve duyarlılıklara kulaklarını tıkayıp değişiklikler yapmaya
girişiyorlar.
Tepeden inme kararlar ve
buyurgan davranışlar, seçilmiş de olsa ayaklarının altındaki zemini giderek
boşaltacak tabii ki.
Bir kere yetkiyi aldım, söz
bende, güç bende, otorite benim, karar mekanizmaları benim elimde diyen
anlayış, kendisi ile birlikte ona bu imkanı sunan siyasal modelin de altına
dinamit yerleştirdiğinin farkında değil.
Sonuç: Temsili demokrasinin
ruhuna fatiha!
Burjuva demokrasinin en yaygın
yönetim biçimi olan burjuva parlamentarizmi, temsili demokrasi demektir.
En demokratik biçimde işletiliyor olsa bile
burjuva parlamentarizmin kitleler için artık bir cazibesi yok.
Kitleleri politikaya çekmekten ziyade politika
dışına iten bir sistem bu, karar mekanizmalarından dışlanmasına yol açan,
böylece kendi kaderini başkalarının ellerine bırakan, toplumsal sorunlara karşı
yabancılaştıran bir model. Kitlelerin kendi ihtiyaç ve taleplerine, ne isteyip
istemediklerine burjuva siyasetçiler karar veriyor, şikayetlerini ancak
seçimden seçime yapacağı oy tercihi ile yansıtmasına imkan tanıyor,
örgütsüzleştiriyor, bireyselleştiriyor.
Bir demokrasi illüzyonu, sanal
ve yalan seçme ve seçilme özgürlüğü.
Öznelik bilincini dumura
uğratıyor, sürüleştiriyor, edilgenleştiriyor.
Apolitik, asosyal, duyarsız
kalabalıklar haline getiriyor toplumu.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde
seçimlere katılım oranındaki düşüş burjuva ideologları düşündürüyor,
kaygılandırıyor.
Kitleleri düzen içerisinde tutacak yöntemler
arıyorlar onlar da.
Şimdilik en rağbet gören
“katılımcı demokrasi” dedikleri model.
Kitlelerin yerinden yönetimi,
yerel karar mekanizmalarına katılmalarının önünü açma, burjuvazinin çıkarları
anlamına gelecek kararlara kitleleri ortak etme, bu yolla kitlesel tepki ve
halk muhalefetini daha doğmadan boğma yöntemleri çözüm diye sunuluyor topluma.
Bizim gibi, cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren demokrasiye hasret kalmış toplumlarda burjuva demokrasisi
ve parlamentarizmi kitlelerin ilgi odağındadır halen.
Siyasal tarihi, askeri
darbelerle geçen, askeri-yarı askeri faşist diktatörlüklerden bunalmış Türkiye
toplumu, kırık dökük, yarım yamalak burjuva parlamentarizmine bağlı kalmış, her
seçime rağbet etmiştir.
AKP hükümetleri ile birlikte
kitleler son üç seçim döneminde Türk burjuva parlamentarizmini test etme imkanı
buldu.
Tayyip Erdoğan’ın nobranlığı ve
hoyratlığı ve kibri, otorite düşkünlüğü
ve diktatörlük hevesleri aynı oranda Türk parlamentarizminin demokrasi
kültürünü de yansıtıyor.
Erdoğan’ın üslup arızası ile
parlamenter demokrasinin yapısal arızaları birbirinden çok bağımsız değil.
Kamuoyunda parlamentonun
yetmezlikleri, çözümsüzlüğü, temsil gücünün meşruiyeti, gerçekten “milletin
meclisi” olup olmadığı gibi esasa dair tartışmalardan kaçınılıyor, sakil,
pejmürde, döküntü, seviyesiz tablo kişilere fatura ediliyor.
Sanki parlamento çok yüksek bir
ahlaka, demokratik bilince, eşit ve adil temsil düzeyine sahip de Erdoğan
düşürüyor bu seviyeyi.
Recep Tayyip Erdoğan’ı bir
seçimle gönderebilir, yerine mesela Kılıçdaroğlu gibi “yumuşak huylu” birini
seçebilirsiniz demek isteniyor.
Böylece arızalı kişiler gider,
yenileri gelir.
Yani kişiler fani, parlamento
baki!
Ne var ki kitleler, bu basit
denklemi ellerinin tersi ile bir kenara ittiler.
Ayaklanan halk belki Erdoğan’ı
istifa ettiremedi, hükümeti deviremedi henüz, ama parlamenter seçeneklere de
prim vermedi, ayaklanma mekanında komünal bir yaşam kurdu.
“En gelişmiş burjuva demokrasisinden bin kat
daha demokratik” bir düzen inşasına yöneldi.
Burjuva ideologların çare diye
sunduğu katılımcı demokrasiyi aştı, doğrudan demokrasiye uzandı.
Kararlarını kendisi aldı,
forumlarda temsili olarak değil, doğrudan yer alarak tartıştı, direnişse
direniş, barikatsa barikat, kendisi karar verdi.
Ayaklanma, tarihsel birikim,
kolektif deney ve sezgi gücüyle en demokratik yöntemi tarih sayfalarından
çıkardı, güncelledi ve Türkiye toplumunun kolektif hafızasına yerleştirdi.
Henüz bunu formülleştirmemiş
olması, olgunun altını çizmemizin önünde engel değil.
Doğrudan demokrasi biçimleri bugüne ait değil.
Ezilen insanlık mücadele tarihi
boyuna kendi çağına uygun doğrudan demokrasi yöntemleri bulmuş ve uygulamış.
Karakteristik özellikleri özel
mülkiyete karşı olmak, ortaklaşmacılık, eşit, adil ve özgür bir yaşam olmuş.
Sosyalizm, doğrudan
demokrasinin çağdaş bir modeli diye tanımlanabilir.
Yasama ve yürütmenin tek bir organda
toplandığı, karar alma ve uygulama süreçlerine etkin katılıma açık,
yetkilendirdiği vekilleri her an geri çağırma ve görevden alma sisteminin
işlediği bir yönetim biçimi.
Gezi Parkı’ndaki tartışmalar,
pek çok semtte parklarda yapılan forumlar, karar alma yöntemleri, görev
dağılımı ve harekete geçme süreçleri doğrudan demokrasi örneğidir.
Keza Taksim Komünü’nün
bayrağında adalet, eşitlik, özgürlük yazıyordu desek abartmış olur muyuz?
Kitlelerin mücadele içinde
bilinçleri gelişir, komünist fikirlere, değerlere, ilkelere yakınlaşırlar,
onları benimserler.
Söz ve karar yetkisini ellerine
aldıkça ona uygun araçları da keşfeder ve hayata geçirmede de tereddüt
etmezler.
Taksim Komünü bunun somut bir
ifadesidir.
Dolayısıyla, sosyalizm-komünizm
bir tercih değil zorunluluktur ve kitlelerin mücadele deneyi ve bilinç
gelişiminin varacağı noktadır.
Taksim Komünü yeni bir yaşam,
yeni bir yönetim, yeni bir toplumsal düzen esinlemesi ile her türlü burjuva
düzen modellerine alternatif olduğunu ortaya koydu.
Artık hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak anlamına geliyor, burjuvazinin işi bundan sonra çok daha zor.
Halk ayaklanması ve Taksim
Komünü olgusunu, sadece AKP ve Türk parlamentarizminin mevcut haline yönelmiş
bir öfke patlaması olarak düşünemeyiz.
Daha genel ve derin bir
tepkinin birikmiş halidir.
Burjuva siyaset tarzı ve
siyaset kurumlarına, yöntemine, öznelerine yönelik ideolojik boyutu da olan
evrensel kapsamda duyulan tepkinin yerel ölçekte dışa vurumudur.
Dünya ölçeğinde biriken
tepkinin Türkiye’de patlayan bir kolu, enternasyonal hareketin organik
parçasıdır.
Ve nihayet, devrim bulaşıcıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder