GEZİ PARKI EYLEMİ
“DİPTE BİRİKEN ÖFKENİN İSYANI”
İsyana katılma
gerekçelerine dair ayaklanmacılar pek çok şeyden bahsediyordu.
Toplamına bakınca bu
gerekçelerin aynı özün birbiriyle ilişkili farklı görünümleri olduğunu görürüz.
Hiçleştirme ve devlet
baskısına karşı bir isyandır bu.
Bir başka deyişle; bu
bir onur ve özgürlük ayaklanmasıdır.
Bir avuç çevreciye bir
şafak vakti düzenlenen gaddarca baskın, dipte biriken öfkenin isyan şiddetinde
patlamasını tetikledi ve kendiliğinden bir ayaklanma halini aldı.
Ayaklanmanın
belirleyici sosyal gücünün halk gençliği olduğu görülüyor.
Diğer yandan
ayaklanmayı tek merkezden koordine eden siyasal bir önderlikten söz edilemez.
Ayrıca ayaklanmanın
rejimi ve düzeni doğrudan hedefleyen bir siyasal programdan yoksun olduğunu da
belirtmek gerekir.
Ama bunlardan yola
çıkarak ayaklanmanın ve ayaklanmacıların esasen apolitik olduğunu ileri sürmek
çok yanlış olur.
Halkın isyan ederek devlet işlerine müdahalesi
söz konusu.
Bundan daha politik ne
olabilir ki…
Üstelik, bu, faşizme
karşı bir özgürlük başkaldırısı olduğu için nesnel olarak devrimci içerik
taşımaktadır.
Kaldı ki hükümetin gaddarca tutumu hareket
içinde öznel devrimci bilincin hızla yeşermesine neden olmuştur.
Bu ayaklanma, faşizme
indirilmiş devrimci-demokratik bir darbedir ve Gezi Parkı muhtemelen AKP’nin
mezarı olacaktır.
Kuşkusuz bu hemen
olmayacak ama AKP’nin sonunun başlangıcı olarak anılacak, Gezi.
Biliniyor, 12 Eylül
darbesi ile askeri faşist diktatörlük kuruldu.
Sonraki yıllarda
rejim, yarı askeri faşist diktatörlük biçiminde kurumsallaştı.
Kürt ulusal
ayaklanması rejimi giderek derinleşen bir krize sürükledi.
Keza aynı dönemde,
emperyalizmle yeni tipte entegrasyonunun bir gereği olarak devletin yeniden
yapılandırılması, sermaye oligarşisinin başlıca politik stratejilerinden biri
haline gelmişti.
Fakat devleti yönetme
ayrıcalığından vazgeçme niyetinde olmayan yönetici askeri zümre rejim krizinin
giderek içinden çıkılmaz bir hal almasına neden oluyordu.
Bu engel
kaldırılmalıydı.
Buna direnen darbeci
faşist askeri zümre bir biçimde tasfiye edildi ya da etkisizleştirildi.
Bu dönemde “askeri
vesayete karşı sivillerin egemenliği” başlıca demokrasi şiarı olarak
benimsetildi.
“Sivillerin-seçilmişlerin
egemenliği”, bir başka deyişle MGK’da hükümetin siyaseten belirleyici konuma
yükselmesi, bilhassa son AKP Hükümeti sürecinde bir gerçeklik haline geldi.
Ama bu, ne rejimin
karakterinin değişmesi ne de rejim krizinin aşılması anlamına geliyordu.
Kuşkusuz yükseltilen
antifaşist mücadelenin sonucu demokratik hak ve özgürlükler alanında kısmi
ilerlemeler sağlanmıştı, ama bu ilerlemeler rejimin karakterini değiştirecek
düzeyde olmaktan uzaktı.
Rejimi krize sokan;
uzun yıllara yayılan ve bir türlü bastırılamayan Kürt ayaklanmasıydı.
Bu ayaklanma
kitleselleşerek ve şiddetlenerek devam ediyordu.
Ayaklanmayı askeri
metotlarla bastırma siyaseti iflas etmişti. İnkar ve imha politikası ile daha
fazla yürünemezdi.
AKP ırkçılığın yerine
politik İslamı geçirerek ve kısmi demokratik adımlarla rejim krizini aşmayı
denedi.
Fakat ne Kürt sorunu,
ne Alevi sorunu, ne de politik özgürlüğe dair birikmiş diğer sorunlar, politik
İslam şemsiyesi altında yeniden yapılandırılmış gerici faşizan bir burjuva
diktatörlük rejimi ile aşılamazdı.
Nihayet Kürt ulusal
hareketi ile devlet arasında başlatılan son müzakere süreci bu açmazın
ifadesiydi.
Kürt hareketi, faşist
rejimi burjuva demokrasisi yönünde dönüşüme zorluyor, AKP ise Kürtleri sisteme
entegre etmeye hizmet eden ama rejimin karakterini kökten-niteliksel dönüşüme
uğratmayacak demokratikleşme adımlarıyla kendini sınırlı tutmaya çalışıyordu.
Gezi ayaklanması ile
birlikte sürece yeni bir unsur katıldı.
Ayaklanmanın ana
gövdesini oluşturan halk gençliğinin isyan ederek yükselttiği özgürlük
talebinin önünde AKP’nin uzun süre durma şansı yok.
Kürtlerin, Alevilerin
ve Türkiye halk gençliğinin birleşik mücadelesi faşist rejimi de, AKP’yi de
derinden sarsacaktır.
Bu sarsıntının bir
devrime dönüşüp dönüşmeyeceği kestirilemez elbette.
Ama Türkiye
halklarının tüm ilerici kuvvetlerinin birleşik devrimci demokratik iradesinin
yaratılmasının devrim şafağını yakınlaştıracağı kesindir.
Türk halkının en büyük
‘hassasiyeti’lerinden biri: Özgürlük
Halk ayaklanması,
yürütülmekte olan müzakere sürecini kesinlikle olumlu etkileyecektir.
Hükümet aksi bir yola
girerse, bu onun sonunu çabuklaştırır.
Zira, müzakere AKP ile
değil tam da Başbakan’ın belirttiği gibi devletle yürütülmektedir ve sermaye
oligarşisinin stratejik yönelimidir.
Rejim krizinin
devrimci bir krize yol açmadan aşılmasına hizmet edeceği düşünülmektedir.
Halk ayaklanması rejim
krizinin devrimci bir krize yol açma potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu
gösterdi.
Ayrıca söz konusu
edilen “olumluluk” hükümetin tutumuyla ilgili değildir.
Devletin Kürtlerin
ulusal demokratik taleplerini ve genel olarak demokratik talepleri sınırlamak
için durmadan masaya sürdüğü “Türk halkının hassasiyetleri” kartı, ayaklanmayla
birlikte önemli ölçüde işlevsizleşmiştir.
Ayaklanma, Türk
halkının en büyük “hassasiyet”lerinden birinin özgürlük olduğunu açığa çıkardı.
Kuşkusuz ürküntüye
kapılan hükümet ve sermaye oligarşisinin ayaklanma içindeki devrimci bölüklere
karşı sert saldırılara girişmesi sürpriz olmayacaktır.
Ama bu sürecin ana
doğrultusunu değiştirmez.
Kürt siyasetinin
ayaklanmaya ilgisiz tutumu çok önemli bir hata olmuştur.
Ama bu, telafisi
mümkün olmayan bir hata değil.
Şimdiye kadar Türk
halkımıza şöyle sesleniyorduk: Kürt sorunu eşit haklar temelinde çözülmeden siz
özgürleşemezsiniz.
Şimdi Kürt halkımızın
şunu bilmesi gerekir: Türk halkının politik özgürlük talebini sahiplenmeden
elde ettiğin ve edeceğin sınırlı ulusal demokratik hakları bile
koruyamayabilirsin.
Elbette, AKP
Hükümetinin müzakere edilen demokratikleşme adımlarını yavaşlatması ve
çerçevesini daraltması ihtimal dahilindedir.
Ne ki, bu ihtimal hep
vardı zaten.
SİYASAL UYANIŞ REJİMİN ÇERÇEVESİNİ AŞTI
Kapitalizm varoluş
krizinde.
Bir başka deyişle
ekonomik, politik, ideolojik bir genel bunalıma saplanmış durumda.
Giderek daha da
büyüyen muazzam bir eşitsizlik var.
Bir yanda küçük bir
azınlığın elinde olağanüstü bir düzeye ulaşmış olan birikmiş servet, diğer
yanda yaşam koşulları her geçen gün daha da kötüleşen, yoksullaşan, işsizleşen
yığınlar.
Orta sınıf olarak
tarif edilen küçük burjuvazinin ya da küçük burjuva yaşam tarzının çökmesini
ekleyin buna.
Bunlar, dünyanın her
yanında emek-sermaye çelişkisinin keskinleşmesine ve çözülme karakterinin daha
belirgin biçimde ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bu çelişkinin en büyük
gerilimini kadınlar ve halk gençliği yaşıyor.
Küçük bir azınlığı bir
kenara bırakırsak, yüksekokul diploması almak görece yüksek ücretli bir iş
bulma ya da sınıf atlama aracı olmaktan çıktı.
Dahası diplomalı
olmak, herhangi bir iş bulmanın bile garantisi değil artık.
İş bulan da düşük
ücrete razı olmak zorunda.
Düşünün ki, 25 yaş
altı gençler arasında işsizlik oranı Yunanistan’da yüzde 60′a, İspanya’da yüzde
56′ya dayanmış durumda.
İsveç gibi yaşam
kalitesi sıralamasında en üst basamaklarda yer alan bir ülkede bile bu oran
yüzde 25 civarında. ABD’de 20-24 yaş arasındaki üniversite mezunlarının yüzde
12′si işsiz. Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de durum farklı
değil.
Emek-sermaye
çelişkisinin derinleşmesi ölçüsünde dünyanın tüm ülkelerinde devlet-halk
çelişkisi de keskinleşiyor.
Ekonomik ve sosyal
haklar vererek sınıf çelişkilerini yumuşatmayan burjuvazinin devlet şiddetine
daha sıklıkla ve yoğunlukla başvurması kaçınılmaz.
Bu çelişkinin de yine
en büyük gerilimini kadınlar ve gençlik yaşıyor.
Ekonomik ve sosyal
hiçleştirmeyi en çok onlar hissediyor.
Haliyle, en çok ve en
gür onların sesi çıkıyor ve devletin saldırısına en çok onlar maruz kalıyor. Bu
bir kopuş kuşağı.
Bu belirleyici iki
çelişki, dünyanın her yanında büyük çoğunluğunu kadınların ve gençliğin
oluşturduğu halk isyanları ve büyük kitlesel eylemlerin ekonomik toplumsal
zeminini meydana getiriyor.
Kuşkusuz bu her iki
çelişki, her ülkenin kendine özgü tarihsel-toplumsal ekonomik ve politik
yapısına göre bir form kazanıyor.
Rejimin politik
esnekliği ne kadar kısıtlıysa bu iki çelişkiden kaynaklı parlayan kıvılcımların
bir halk isyanı halini alması da o kadar hızlı oluyor.
Tunus’ta üniversite
mezunu işsiz bir seyyar satıcının tezgahının elinden alınmasını protesto için
kendini yakması ile başlayan halk isyanı ile Gezi’de şafak vakti baskını ve
barışçıl eylemcilerin çadırlarının yakılmasının tetiklediği halk isyanının
belirleyici içeriği aynıdır.
Evrensel belirleyici
bu iki çelişkinin yanı sıra, Türkiye’nin kendine özgü yapısı üzerinde de durmak
gerekir.
Türkiye’nin coğrafyasında 30 yıldır süregelen silahlı bir
isyan vardı zaten.
Kürtlerin yanı sıra
demokratik Alevi hareketi, rejimden kopuşun bir başka ifadesiydi.
Kadın Özgürlük
hareketinin, erkek egemen kapitalist sisteme başkaldırısını, faşist rejimin
uzun yıllara yayılmış kesintisiz terörüne rağmen varlığını koruyan ve direnen
devrimci ve antifaşist emekçi sol hareketi de bu tabloya ekleyelim.
Özetle, 12 Eylül’den
bu yana yürütülegelen antifaşist mücadelenin yarattığı siyasal birikim
yürürlükteki faşist rejimin çerçevesini zorluyordu.
Çerçevenin kırılmasını
engelleyen Türk şovenizmiydi.
Şovenizmin
geriletilmesi bile demokratik birikimin açığa çıkmasını kolaylaştıracaktı.
12 Mart askeri faşist
darbesinin liderlerinden Memduh Tağmaç, darbenin gerekçesini “sosyal uyanışın
ekonomik gelişmeyi aşması”na bağlamıştı.
Bugün için de
diyebiliriz ki, siyasal uyanış rejimin çerçevesini aşmıştı, ayaklanma bunu
kanıtladı.
AKP faktörünü
unutmamalı.
AKP Hükümetleri
döneminde Türkiye’nin kapitalistleşmesi hız kazandı.
Şehirler büyürken
köyler eski önemini yitirdi.
Her şehre üniversite
açıldı.
En modern iletişim araçları lüks olmaktan
çıktı.
Batı tipi burjuva
modern-laik yaşam tarzı büyük şehirlerde az çok yerleşikti zaten.
AKP, kapitalistleşmeyi
hızlandırarak, bu yaşam tarzının maddi zeminini Anadolu içlerine de döşemiş
oluyordu.
AKP’nin politik
İslamcı, muhafazakar kimliği ile bu sosyal dönüşüm arasındaki çelişki
derinleşti.
Denilebilir ki, sosyal
değişim, AKP tipi muhafazakarlığı aşmıştı.
Bu sadece laikçilerle
ilgili bir konu değildi.
Modern yaşam tarzına
artan müdahaleler ve muhafazakar yaşam tarzının daha çok dayatılır oluşu,
AKP’ye karşı gençliğin tepkisini büyüttü.
ŞİMDİ KİTLELERDEN ÖĞRENME ZAMANI
Türkiye emekçi sol
hareketi, pek çok bakımdan dogmatik ve doktriner.
Dünyada ve
Türkiye’deki ekonomik toplumsal değişimleri izlemekte ve buna uygun pozisyon
almakta yetersiz.
Kitlelerden öğrenmeyi
bir kenara bırakmış gibi.
Fakat yine de
unutmamalı, emekçi sol kırk yıldan fazla bir süredir faşizme karşı kesintisiz
bir mücadele veriyor.
Onun devrimci
bölükleri büyük bedeller pahasına inatla ve umutla kavgayı büyütmeye çalıştı.
Bu kararlı
direngenliğin bir birikim yarattığı inkar edilemez.
Ama bununla
yetinilemez.
Şimdi kitlelerden
öğrenme zamanı.
Hareketin bundan
sonraki yönünü, ona katılan iradelerin alacakları pozisyon belirleyecektir.
Görüldüğü kadarıyla
hareket içinde yer alan başlıca üç gruptan söz etmek mümkün.
İlerici antifaşistler,
Türk ulusalcılarının etkisi altında olanlar ve henüz taraf olmayanlar.
Dolayısıyla,
ayaklanmaya katılan ya da ona sempatiyle yaklaşan ama henüz kararlı politik bir
tercih yapmamış olan bu üçüncü kesimi kimin etkileyeceği hareketin yönünü de
belirleyecektir.
Ulusalcılar kimi
şehirlerde öne çıksalar da ayaklanmanın merkezi olan İstanbul’da etkili bir güç
olamadılar.
Dahası, bu süreçte
sırf AKP karşıtlığı nedeniyle ulusalcıların etki alanına giren kesimlerin
yeniden ilerici saflara çekilmesini mümkün olduğu da görüldü.
Tüm ilerici parti,
grup ve çevrelerin merkezi politik birliğinin sağlanması bu bakımdan da
önemlidir.
Bunlar bir yana;
yaşanan isyan, Türkiye’nin batısında başlayan “devrimci süreç”in ilk adımıdır.
Günümüzde halk
isyanları ya da büyük kitle hareketlerini tek seferlik yıkıcı patlamalar
biçiminden çok kabaran, geri çekilen ve tekrar kabaran dalgalar biçiminde
tasavvur etmek daha doğru olur.
Dalga geri
çekildiğinde yok olmayacak, kabarıp geri dönecektir.
Bunun başlıca nedeni, kapitalist
düzenin ve onun her çeşit politik rejiminin yukarıda sözü edilen temel
çelişkileri yumuşatma yeteneğini yitirmesidir.
Gezi ayaklanması
dalgası da geri çekilecektir ama bu, dalganın bütünüyle sönmesi anlamına
gelmez.
Yarın, bir başka
nedenle yeni bir patlama olabilir.
Zira, patlama
potansiyelini barındıran temel çelişkiler yerli yerinde durmaktadır.
EN BÜYÜK KAZANIM: TÜRK HALKI AYAKLANMAYI ÖĞRENDİ
Sürecin kazanımları o
kadar çok ki hangisini öne koysak ötekinin hatırı kalır.
Türk halkı ayaklanmayı
öğrendi.
En büyük kazanım bu.
Kürtler ya da
Yunanlılar için bunun önemi bu denli büyük olmayabilir, çünkü birden çok kez
ayaklandılar zaten.
Ama Türk halkı
ayaklanmayı bilmiyordu.
Cumhuriyet tarihini
geçtik, belki de Celali isyanlarından bu yana, bu düzeyde bir ayaklanma
yaşamadı Türk halkı. Bunun en büyük nedeni; Türk halkının Osmanlı’da egemen
unsur, Cumhuriyet’te de egemen ulus olarak kendini devletle bütünleşmiş
saymasıydı.
Ayaklanma, devletle bu
bütünleşik halin kırılganlığını ve devletten kopuşmanın ulaştığı düzeyi açığa
çıkardı.
Ayaklanma sürecinde
yaşananlar, kopuşmanın kapsama alanını daha da genişletti.
Bu, başlı başına
devrimsel önemde bir kazanımdır.
Ayaklanma, devrimin
hiç de uzak bir geleceğin konusu olmadığını, güncel olduğunu gösterdi.
Ezilenlere güç ve
moral verdi.
Kasvet dağıldı.
12 Eylül’den bu yana
bir türlü atılamayan ezikliği sildi süpürdü.
Ezilenlerin bilincine
umut tohumları serpti.
Bu da devrimsel önemde
bir kazanımdır.
Diğer devrimsel
önemdeki kazanım ise Taksim Komünü’dür.
1905′te ortaya çıkan
Sovyetlerin önemi ne ise Taksim Komünü’nün de önemi odur.
Kapitalizmin nasıl bir
sosyal ve siyasal düzenle aşılabileceğine bu komün iyi bir örnek oluşmuştur.
Türk halkı ayaklanmayı
öğrendi ama aynı zamanda bu ayaklanma Türkiye’de devrimin hangi biçim ve yoldan
gerçekleşebileceğini de gösterdi.
Şimdilik bu kadarı
yeterli.
BÖLGESEL DEVRİM ŞİMDİ DAHA GÜNCEL
Mısır ve Tunus
ayaklanmaları, İspanya ve Yunanistan’daki Öfkeliler, ABD’deki İşgal Et
eylemleri, Şili’deki öğrenci ayaklanmaları gibi Gezi ayaklanması da dünya
devrim sürecinin şu ya da bu düzeyde uç vermiş belirtileridir.
Her biri diğerini etkiliyor.
Bugün bir “ulus
insanı” değil, “dünya insanı” sahnede.
Gezi ayaklanması,
coğrafyamıza yepyeni bir önem kazandırdı.
Arap devrimci süreci
ve Kürt devrimci sürecinin yanı sıra, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki
antikapitalist halk hareketlerinin basıncı altında Türkiye devrimci süreci ana
rahmine düştü.
Dolayısıyla, Gezi
ayaklanması özgürlük, ulusal eşitlik temelinde kardeşlik ve antikapitalizmi
birleştiren bir bilince kaynaklık edebilir.
Böyle bir bilincin
bölgemiz bakımından önemi çok büyük.
Keza, Gezi’nin Arap
devrimlerine model olarak gösterilen bir ülkede ortaya çıkması, o ülkelerde
yeni devrimci dalgaları tetikleyebilir.
Bölgesel devrim şimdi
daha güncel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder