MAYIS
DİRENİŞİNDEN HAZİRAN AYAKLANMASINA
Barış yönünde atılacak
her adımın Türkiye’de örtük kalmış sınıfsal çelişkileri açığa çıkartacağını ve
açık sınıf savaşımını geliştireceğini öngören gazetemiz açısından, 1 Mayıs’tan
bu yana yaşanan kıyasıya sınıf kavgası şaşırtıcı değildir.
1 Mayıs’ta Taksim
Meydanı’nda başlayan direniş Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde yeni bir
dönemin kapısını açmıştır.
6 Mayıs’ta gençlik bu
direnişe yeni bir halka eklemiştir.
15 Mayıs’ta hava işçileri
polis işgali altında grev başlatarak mücadeleyi yeni bir düzeye taşıdılar.
Gezi Parkı’nın yıkımına
karşı direniş, bu mücadelenin devamı olarak gelişti.
Yaşam ve kent savunusu
için Gezi’de direnenler büyük bir toplumsal başkaldırının fitilini tutuşturdu.
Bu kez alkol yasağına öfkelenen
gençler, kürtaj yasağına başkaldıran kadınlar, 3. Köprüye öfkelenen çevreciler,
bu köprüye Osmanlı’nın en katliamcı padişahlarından Yavuz’un adının
verilmesiyle sarsılan Aleviler ve AKP’nin ve Erdoğan’ın “Başkanlık sistemi” adı
altında kurumsallaştırmaya çalıştığı sivil faşist diktatörlüğe itiraz eden
bütün kesimler başkaldırdı.
Faşist hükümetin
yasakları, gazı, zorbalığı halkın yükselen seli karşısında aciz kaldı, boğulup
gitti.
Korku duvarı yıkıldı.
Yıllardır sinen, zorbalık
karşısında susarak yaşayan, kendisine sahte kahramanlar yaratan ve her
seferinde hayal kırıklığına uğrayan Türk halkı ayaklanmanın başrolündeydi.
Ancak bu bütün Türkiye
halklarını kapsayan çoğul bir başkaldırıydı.
Kent yoksulları, eğitimli
orta sınıflar, öğrenci gençlik, kadınlar, işçiler ve kamu emekçileri hareketin
ilk göze çarpan bileşenleriydi.
Hükümetin zorbalığı öyle
bir patlama yarattı ki, bizzat AKP’ye oy veren kitleler sarsıldı ve belli
kesimleri harekete katıldı.
Dahası, Erdoğan’ın mutlak gücü elde etme
yönelişini kendi çıkarları açısından doğru bulmayan Fethullah Gülen cemaati,
CHP, MHP, AB, ABD gibi burjuva ve emperyalist güçler dahi halk ayaklanması
karşısında hükümeti eleştirdi!
2010 referandumundan bu
yana devlet iktidarını ellerine geçiren AKP’nin giderek artan faşist zorbalığı
ve bütün halka boyun eğdirme çabası, kendi egemenliğini anayasal güvenceye alma
amacını taşıyordu.
Yarı askeri aygıtları
geriletilmiş faşist rejimin iplerini eline almıştı.
Devlete ve zor
aygıtlarına çok güveniyordu.
Devlet yapısında herhangi
bir demokratik dönüşüm aklının ucundan bile geçmediği halde demokratik
kesimleri aldatmak için “sivilleşme” parolasını kullanmıştı.
Ama AKP’nin sivilleşme
parolası, rejimin sivil hükümet tarafından yönetilmesinden ibaretti.
Sandıktan çıkanın mutlak
iktidarına dayalı yeni bir sivil faşist rejim tasarlıyordu.
Başkanlık sistemi
etrafında bir AKP diktatörlüğü inşa etme projesi, bir yandan politik özgürlüğü
alabildiğine kısıtlamayı; diğer yandan ise sosyal hayatı muhafazakarlaştırmayı
öngörüyordu.
Birincisi 1 Mayıs ve
Taksim yasağında, ikincisi ise kürtaj ve alkol yasaklarında cisimleşti.
Halk kitleleri giderek
boğuldu ve nefes alamaz hale geldi.
Başbakan’ın her meseleyi
iki dudağının arasına hapseden diktatörce yönetimine karşı milyonlarca insanda
öfke birikti.
Bu öfke, kendisine,
devrimcilerin yarattığı gündemlerle kanal buldu.
Burjuva milliyetçi
muhalefet partisi CHP’nin ciddiye alınır hiçbir muhalefet gündemi yaratamadığı
koşullarda, 1 Mayıs’tan Gezi direnişine uzanan toplumsal-siyasal mücadeleler
baskı altındaki yığınların sesi-soluğu oldu.
Devrimciler, ezilenlerin
çığlığı, boğulan kitlelerin nefesi oldular.
Tam da burada bir
parantez açarak, 1 Mayıs Taksim direnişine “gereksiz inat”, “meydan fetişizmi”,
“ucuz politika” diyenleri anımsatmak yerinde olur.
Tarih bilincinin, sınıf
mücadelesinde maddi bir güç olduğunu söyleyerek Taksim yasağına direnenler halk
isyanının yolunu açmıştır.
Sınıf mücadelesinin
pratiği doğru ve yanlışı hızla ortaya sermiştir.
1-31 Mayıs direnişiyle
hazırlanan büyük isyan, 31 Mayıs gecesi patladı ve Haziran Ayaklanmasını
tetikledi.
Yüzbinler Taksim’e
akarken, mahallelerde, ilçelerde kitleler sokaklara döküldü.
Politik özgürlük ve
sosyal hayata müdahaleye son verilmesi, kitlelerin ortak talebiydi.
Bu bir onur ayaklanmasıydı.
Zorbalığa ve hoyratlığa
bir reddiye idi.
1 Haziran’da bütün ülkede
başkaldıran milyonların gücünü arkalayan devrimci kitleler Taksim Meydanı’ndan
polisi süpürüp attı.
1 Haziran gecesi Taksim’i
hınca hınç dolduran 2 milyon insan, zulme ağır bir tokat indirdi.
Taksim’e çıkan bütün
caddeler barikatlarla kapatılarak şehir merkezi polisten özgürleştirildi.
Polisin kovulduğu
meydanda kısıtsız bir politik özgürlük hüküm sürdü.
Gezi Parkı paylaşımcı
sosyal ilişkilerin, müziğin, alternatif bir yaşamın merkezi haline geldi.
Taksim Meydanı ise halkın
devrimci taleplerinin ve direnişinin üssü oldu.
Taksim Zaferi ülke
çapında ayaklanmayı yeni bir düzeye taşıdı.
Ankara’da görkemli bir
devrimci direniş yaşandı.
Hatay hükümetin savaş
politikalarına başkaldırdı.
İzmir sosyal hayata
müdahaleye isyan etti.
Adana defalarca polis terörüne direndi.
Samsun’da halk sokaklara
inerek polisle çatıştı.
İstanbul’un ilçelerinde
onbinler sokaklara döküldü.
Varsıl orta sınıfların
yaşadığı mahallelerde eylemler “Cumhuriyet mitingi” görüntüsüne bürünürken,
Gazi Mahallesi gibi varoşlarda antifaşist halk başkaldırıları yaşandı.
İstanbul’da Mehmet
Ayvalıtaş ve Antakya’da Abdullah Cömert şehit düştü.
Ankara’da Ethem Sarısülük
adlı bir gencin beyin ölümü gerçekleşti.
Antalya’da lise öğrencisi
Vedat Oğuz yoldaş gibi pek çoğu kalıcı biçimde sakatlandı, gazi oldu.
Bini aşkın insan
yaralandı.
İki bine yakın insan
gözaltına alındı.
Polis terörünün bütün
dehşeti halk ayaklanmasıyla başa çıkmaya yetmedi.
Hareket 31 Mayıs
itibariyle aslında Gezi Parkı boyutunu aşıp genel bir birleşik halk ayaklanması
karakterini kazandıysa da bu yeni düzeyi tanımlayacak ve harekete yeni talepler
kazandıracak bir önderlik yaratılamadı.
Dolayısıyla hem hareketin
gerçekte Gezi Parkının çok ötesinde bir düzey kazandığı ama hem de taleplerini
bundan ileriye çekemediği bir geçiş durumu yaşanmaktadır.
Tam da bu anda “devlet”
halk ayaklanmasını boşa düşürmek için “yumuşatma” “bölme ve ezme” taktiğini
devreye soktu.
Erdoğan’ın bir yurtdışı gezisine “gönderildiği”
koşullarda Gül ve Arınç eliyle bir yandan hareketin başlangıçtaki (Gezi Parkı
merkezli) taleplerini kabul etme manevrasını yaparken, diğer yandan “apolitik
halk” ile “marjinal grupları” ayırma ve ikincileri ezme yöntemlerini aramaya
başladı.
Henüz koşulların hükümeti
devirmeye elvermediği, ancak AKP iktidarının pervasızlığını geriletecek
mücadeleler için alabildiğine elverişli olduğu günlerden geçiyoruz.
Bu koşullarda taktiğin
ana doğrultusu; AKP hükümetine karşı halk mücadelesini derinleştirmek ve bu mücadeleye
devrimci demokratik bir karakter kazandırmaktır.
Hegemonya mücadelesi,
hareket içinde yer alan ulusalcı-ırkçı güçlere karşı yürütülecektir.
Zira bu güçler AKP’nin
tümüyle gerici bir eleştirisini yapmakta ve faşist rejimi ve Kürt ulusunun
inkarını en kanlı ve kıyıcı biçimiyle sürdürme arayışını ifade etmektedirler.
AKP’ye itirazlarının
temel nedenini, “müzakere süreci” oluşturmaktadır.
“Mustafa Kemal’in
askerleriyiz” sloganı etrafında mefta resmi ideolojiyi diriltmeye
çalışmaktadırlar.
Ulusalcı-ırkçı güçler
kitlelerin “Hükümet istifa” sloganını kendi iktidarlarını hazırlamak için
kullanmaya çalıştılar, ancak hem kitlelerin talebi bu olmadığı, hem de CHP’nin
niyetsizliği nedeniyle fazlaca ilerleyemediler.
Halkların Demokratik
Kongresi’nin oldukça gecikmeli de olsa, inisiyatif almaya soyunması ve
hareketin demokratik karakterini güçlendirme yönelimi ciddi bir müdahaledir.
Ancak HDK’nın müdahalesi
de henüz hareketin önderlik boşluğunu dolduracak bir düzeyde değildir.
Taksim Dayanışması’nın
formüle ettiği asgari talepler, Taksim-Gezi Direnişi’nin kazanımla sona ermesi
ve ardından gelişecek devlet terörünün sınırlanması bakımından asgari sınırı
oluşturmaktadır.
Ancak Taksim Meydan
işgali son bulsa dahi, AKP diktatörlüğüne başkaldırı ve diktatörlüğe son
verinceye değin sürecektir.
Bu hareketi sürekli yeni
biçimlerde üretmek, geliştirmek ve demokrasinin kazanılması mücadelesinin somut
zemini haline getirmek önümüzdeki dönemin temel gündemi olacaktır.
Komünist devrimciler, 1
Mayıs’tan 1 Haziran’a kadar halk direnişinin bütün kritik eşiklerinde en önde
kararlıca durmanın özgüvenine sahiptir.
Ancak şimdi büyük
kitlelerle birleşme ve kavramın tam anlamıyla “kitlelerle birlikte politika”
yapma zamanıdır.
Haziran Ayaklanması,
komünist hareketin bütün zeminlerinde ve alanlarında coşkuyla kucaklanması
gereken devasa ölçekte taze güçler açığa çıkartmıştır.
Devrimci bir kitle
partisi bu yeni dönemin koşullarında büyütülecek ve yeniden yeniden
kazanılacaktır.
Komünist devrimciler bu
hareketin deneyiminden öğrenmeyi bilecekleri gibi, hareketin gelişim yönünü her
aşamada analiz ederek bütün çabalarını bu yönde yoğunlaştıracaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder