DEVRİM
SÜRECİ VE MISIR ÖRNEĞİ
İki yıl önce, milyonlarca Mısırlı ayaklanarak Mübarek
diktatörlüğünü yıktı. Özgürlük ve sosyal adalet istiyorlardı. Ne var ki bu iki
talep etrafında bir araya gelen kitleler ortak bir program ve hareket
birliğinden yoksundular. Müslüman Kardeşler ayaklanmaya sonradan dahil oldu.
Örgütlü gücü sayesinde öne çıktı ve ayaklanmanın yönünü belirlemede tayin edici
bir rol oynadı. Mübarek çekilmek zorunda kalınca Yüksek Askeri Konsey yönetime
el koydu.
Cunta yönetimi sürecinde de Müslüman Kardeşler, ordu ile uzlaşı
siyaseti izledi. Devrimin ileri gitmesini önlemek ve ateşini söndürmek için 13
aylık askeri cunta yönetiminin ardından seçimlere gidildi. Müslüman
Kardeşler’in adayı Mursi, ikinci turda cumhurbaşkanı seçildi.
Ne ki bu, Müslüman Kardeşler’in iktidarı alması anlamına
gelmiyordu. İktidarın belirleyici gücü ekonominin de yüzde 20′sinden fazlasını
(yüzde 40′a kadar çıktığını söyleyenler var) kontrol eden Mısır ordu
zümresiydi. Bu zümre, aynı zamanda ABD emperyalizminin devlet içindeki
stratejik hamle aparatıydı. Mursi Cumhurbaşkanı olduğunda, Savunma Bakanı ve
Genelkurmay Başkanı’nı görevden almıştı almasına da değişen yalnızca kişilerdi.
Ordunun devlet yönetimi üzerindeki hükümran konumu kısmen gerilese de
pozisyonunda esaslı bir değişiklik olmamıştı.
Şimdi artık Müslüman Kardeşler ve ordu devlet iktidarını
paylaşmaktaydılar ama Müslüman Kardeşler ordunun doğrudan ya da dolaylı olarak
kontrol ettiği devlet kurumlarına söz geçirme gücünden yoksundu. Müslüman
Kardeşler arkasındaki halk desteğiyle, ordu ise büyük sermaye ve
emperyalizminin desteği ile iktidardaki yerini koruyordu.
MÜSLÜMAN KARDEŞLER’İN ÇIKMASI
Müslüman Kardeşler, bu iktidar dengesini ancak halka daha çok
yanaşarak, onların temel taleplerini karşılayarak, devrim ateşini söndürmek
değil, körükleyerek kendi lehine çevrilebilirdi. Mursi yönetimi ezilenlerin
“ekmek ve özgürlük” istemine uygun adımlar atmalıydı. Ama böyle olmadı. Mursi,
kendisini orduya karşı iktidar dengesinde tutan desteğin ayaklanan kitleler
olduğu gerçeğini kavrayamadı, salt kendi taraftarlarına ve elde ettiği devlet
mevzilerine güvenerek dengeyi kendi lehine çevrilebileceği yanılgısına kapıldı.
POLİTİK İSLAM’IN ÇIKMAZI
Yalnızca öznel hatalara yapılan vurgu, Müslüman Kardeşler ve
Mursi’nin başarısızlığının nedenini açıklamak için yeterli değil. Bu
başarısızlık, esasen politik İslam’ın ezilenlerin temel taleplerine yanıt olma
yeteneğini yitirmesinin kaçınılmaz bir sonucudur. Mursi ve arkadaşları kişisel
hiçbir hata yapmasaydılar da uygulamaya koydukları programın ayağa kalkmış
kitlelerin özlemlerine yanıt olması mümkün olamazdı.
Müslümanların çoğunlukta olduğu pek çok ülke gibi Mısır’da da
politik İslam’a kitle gücü kazandıran asıl etmen din değildi. Din, politikanın
dile getirilme aracıydı. Emperyalizmin ve işbirlikçi yönetimlerin vahşi baskı
ve sömürü politikalarından mustarip yığınlar için emperyalizmden kurtuluşu ve
“adil bir düzen”i program edinen politik İslami akımlar birer çekim merkezi
haline gelebiliyorlardı. Bu ülkelerde kapitalist gelişme zayıf, proleterleşme
düzeyi düşüktü; nüfusun çoğunluğu köylerde yaşıyor, kent ve kır yaşam tarzı
arasında keskin bir uçurum hüküm sürüyordu, kır ve kent küçük burjuvazisi en
kalabalık tabakayı meydana getiriyordu. Tüm bunlar, İslami muhafazakar yaşam
biçimine ve İslam’ın bir politik-ideoloji olarak gelişmesine zemin
oluşturuyordu.
Emperyalist
küreselleşme, Müslüman ülkelerde de kapitalist gelişmeyi ve haliyle
proleterleşmeyi hızlandırdı. Bu süreçte köy-kasaba-küçük kent eksenli eski
kapalı-muhafazakar yaşam tarzı ve ilişki biçimlerinin maddi zemini darbelendi.
Toprağından, işliğinden, dükkanından yoksunlaşmış milyonlar büyük sanayi
şehirlerine aktı. Elbette bunlar büyük şehirlere kendi muhafazakar düşünüş ve
ilişki biçimlerini de taşıdılar. Büyük şehirler, yoksullar için ahlaki ve
fiziki yozlaşmanın bataklıklarıydı. Bu nedenle, İslami cemaatler çemberi onlara
hem maddi hem manevi korunak oluyordu. 90′larda sosyalist ideolojinin etki
gücünün gitgide daha da zayıflaması ile birlikte, ezilenlerin politik İslam’a
ilgisi de büyüdü.
Ne var ki politik İslam’ın güçlenmesine neden olan bu koşullar,
aynı zamanda onu büyük bir çıkmaza da sürüklemekteydi. Hızlanan kapitalistleşme,
dünya pazarı ile bütünleşme, bitimsiz gibi görünen muhafazakar yaşam tarzı
kaynağını kurutmaktaydı. Oysa politik İslam eskinin cemaatçi ekonomik-sosyal
ilişkilere dayalı dar-sıkı muhafazakarlık elbisesini topluma biçmeye devam
ediyordu. Toplumun iktisadi-sosyal gelişme düzeyi bu elbisenin içine
sıkıştırılamayacak düzeye ulaşmıştı. Ama politik İslam’ın bir başka program
benimsemesi söz konusu olamazdı. Çünkü, İslami muhafazakarlık ve cemaatçilik
onun varoluşsal nedeniydi.
Gel gör ki cemaat ilişkisi, yerini her zamankinden daha çok
keskin sınıf ayrışmasına bırakmaktaydı. Politik İslam yoksullardan güç alıyordu
ama esasen orta ve küçük burjuva tabakaların çıkarlarının politik
temsilcisiydi. Orta burjuvaların bir kısmı artık büyük burjuvalaşmış, diğerlerinin
de çoğu görece bağımsız varlıklarını yitirerek büyük burjuvazinin eklentisi
haline gelmişti. Doğal olarak bunlar emperyalist küreselleşmeyle uyumlu
politikaların geliştirilmesinden yanaydılar. Buna karşın, politik İslam’ın
kitle tabanını oluşturan kent ve kırın küçük burjuvazisi giderek
proleterleşmekteydi. Bu, aynı zamanda işsizlik ve sefaletin büyümesi demekti.
Bu kitlelerin çıkarları ile burjuvazinin çıkarlarını politik İslam bayrağı
altında ortaklaştırmak artık kolay değildi. Bu akım, ya kendini emperyalist
küreselleşmeyle tam uyumlu hale getirecek ya da antikapitalist yeni bir
ekonomik-toplumsal program benimseyecekti. Ama her iki durumda da bu kendi
varoluşsal nedenlerini kendi elleriyle dinamitlemek olurdu.
Nihayet bu varoluşsal bunalım, Müslüman Kardeşler’in çıkmazının
ana nedeniydi.
ORDU PARTİSİNİN ÇIKMAZI
Milyonlar, Mübarek’e karşı ayaklandıklarında ordu düzenin baş
bekçisi olarak sahnedeydi. Kitle selinin önüne geçilemeyeceği anlaşıldığında
ABD, Mübarek’i feda etmek zorunda kaldı. Ordu, ABD emperyalizminin
yönlendirmesiyle “tarafsız” pozisyonuna geçti; daha sonra Müslüman Kardeşler
ile uzlaşarak devrimin ilerlemesini durdurdu. Ama belli ki ordu ile Müslüman
Kardeşler arasındaki ilişki bir iktidar kaynaşmasını değil, geçici-mecburi bir
uzlaşmayı ifade ediyordu. Her iki taraf da dengeyi kendi lehine çevirmeye
hizmet edecek fırsatları kolluyordu. Mursi yönetimine karşı milyonlar yine
alanları doldurunca, orta yığınların haklı ve meşru mücadelesini kendi gerici
emellerinin basamağı olarak kullandı, ABD ve AB emperyalistlerinin teşviki ve
onayıyla darbe yaptı ve yeni bir yönetim atadı.
Açıktır ki, bu politik bunalımın daha da derinleşmesinden başka
bir sonuç doğurmayacaktır. Bundan böyle ordu, yığınların “ekmek ve özgürlük”
talebinin doğrudan muhatabıdır. Oysa ordu, bu yöndeki taleplerin
gerçekleşmesinin önündeki başlıca engellerden birisidir. Bugün onu
alkışlayanlar da dahil Mısır halkının yakın gelecekte çok daha büyük kitle
dalgaları halinde ordunun da üstüne akmaları sürpriz olmayacaktır. Çünkü
devrimci süreci tetikleyen belirleyici çelişkiler tüm çözülmezlikleriyle orta
yerde durmaktadır ve ordu destekli yönetim bu çelişkileri daha da
keskinleştirmekten başka bir rol oynamayacaktır.
Kuşkusuz gelecekteki yeni bir dalganın halk iktidarına kapı
aralaması, ezilenlerin “ekmek ve özgürlük” talebini karşılamayı hedefleyen bir
program etrafında hareket birliğinin sağlanması ile mümkün olabilir. Şimdi,
Mısırlı ilerici kuvvetlerin ordu ve onun burjuva destekçileriyle aralarına
keskin ve kalın bir çizgi çekerek tüm dikkatlerini ezilenlerin birliğini
sağlamlaştırmaya ve geliştirmeye vermeleri, Mısır devrimci sürecinin geleceği
bakımından büyük öneme sahiptir.
BİÇİMSEL DEMOKRASİNİN ÇIKMAZI
Söz, örgütlenme ve eylem özgürlüğünün teminat altına alınmadığı,
salt seçim sandığına bağlı, biçimsel bakımdan dahi güdük, bir başka deyişle
politik özgürlüksüz bir demokrasinin, Mısır halkının beklentilerini
karşılamadığı açığa çıktı. Art arda ayaklanmalarla politik bir irade olduğu
bilincine varmış olan halkın dört beş yılda bir önüne seçim sandığı konularak
oyalanması artık mümkün değil. Halk, seçilmiş olsa da halkın taleplerini yerine
getirmeyenlerin geri çağrılması hakkını pratikte yürürlüğe koydu. Mevcut
politik sistem, halkın siyasi bilincinin çok gerisinde kaldı. Bu yalnızca
Mısır’la ilgili bir durum değil. Dünyanın her yerinde burjuva biçimsel
demokrasi, dahası temsili demokrasi bunalımı yaşanıyor. Kitleler siyasete
doğrudan katılmanın yeni yöntemlerini geliştiriyor. Sosyal medyada, şehir
meydanlarında, komünal forumlarda, yeni tür bir demokrasi filizleniyor.
Mısır’da ve her yerde devrim süreci tam da bu filizlerin daha gür biçimde
yeşertilmesi ve büyütülmesiyle doğru bir rotada ilerleyebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder