27 Temmuz 2013 Cumartesi



DEVRİM SÜRECİ VE MISIR ÖRNEĞİ                                                                                                                                 

İki yıl önce, milyonlarca Mısırlı ayaklanarak Mübarek diktatörlüğünü yıktı. Özgürlük ve sosyal adalet istiyorlardı. Ne var ki bu iki talep etrafında bir araya gelen kitleler ortak bir program ve hareket birliğinden yoksundular. Müslüman Kardeşler ayaklanmaya sonradan dahil oldu. Örgütlü gücü sayesinde öne çıktı ve ayaklanmanın yönünü belirlemede tayin edici bir rol oynadı. Mübarek çekilmek zorunda kalınca Yüksek Askeri Konsey yönetime el koydu.
Cunta yönetimi sürecinde de Müslüman Kardeşler, ordu ile uzlaşı siyaseti izledi. Devrimin ileri gitmesini önlemek ve ateşini söndürmek için 13 aylık askeri cunta yönetiminin ardından seçimlere gidildi. Müslüman Kardeşler’in adayı Mursi, ikinci turda cumhurbaşkanı seçildi.
Ne ki bu, Müslüman Kardeşler’in iktidarı alması anlamına gelmiyordu. İktidarın belirleyici gücü ekonominin de yüzde 20′sinden fazlasını (yüzde 40′a kadar çıktığını söyleyenler var) kontrol eden Mısır ordu zümresiydi. Bu zümre, aynı zamanda ABD emperyalizminin devlet içindeki stratejik hamle aparatıydı. Mursi Cumhurbaşkanı olduğunda, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nı görevden almıştı almasına da değişen yalnızca kişilerdi. Ordunun devlet yönetimi üzerindeki hükümran konumu kısmen gerilese de pozisyonunda esaslı bir değişiklik olmamıştı.
Şimdi artık Müslüman Kardeşler ve ordu devlet iktidarını paylaşmaktaydılar ama Müslüman Kardeşler ordunun doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol ettiği devlet kurumlarına söz geçirme gücünden yoksundu. Müslüman Kardeşler arkasındaki halk desteğiyle, ordu ise büyük sermaye ve emperyalizminin desteği ile iktidardaki yerini koruyordu.
MÜSLÜMAN KARDEŞLER’İN ÇIKMASI
Müslüman Kardeşler, bu iktidar dengesini ancak halka daha çok yanaşarak, onların temel taleplerini karşılayarak, devrim ateşini söndürmek değil, körükleyerek kendi lehine çevrilebilirdi. Mursi yönetimi ezilenlerin “ekmek ve özgürlük” istemine uygun adımlar atmalıydı. Ama böyle olmadı. Mursi, kendisini orduya karşı iktidar dengesinde tutan desteğin ayaklanan kitleler olduğu gerçeğini kavrayamadı, salt kendi taraftarlarına ve elde ettiği devlet mevzilerine güvenerek dengeyi kendi lehine çevrilebileceği yanılgısına kapıldı.
POLİTİK İSLAM’IN ÇIKMAZI
Yalnızca öznel hatalara yapılan vurgu, Müslüman Kardeşler ve Mursi’nin başarısızlığının nedenini açıklamak için yeterli değil. Bu başarısızlık, esasen politik İslam’ın ezilenlerin temel taleplerine yanıt olma yeteneğini yitirmesinin kaçınılmaz bir sonucudur. Mursi ve arkadaşları kişisel hiçbir hata yapmasaydılar da uygulamaya koydukları programın ayağa kalkmış kitlelerin özlemlerine yanıt olması mümkün olamazdı.
Müslümanların çoğunlukta olduğu pek çok ülke gibi Mısır’da da politik İslam’a kitle gücü kazandıran asıl etmen din değildi. Din, politikanın dile getirilme aracıydı. Emperyalizmin ve işbirlikçi yönetimlerin vahşi baskı ve sömürü politikalarından mustarip yığınlar için emperyalizmden kurtuluşu ve “adil bir düzen”i program edinen politik İslami akımlar birer çekim merkezi haline gelebiliyorlardı. Bu ülkelerde kapitalist gelişme zayıf, proleterleşme düzeyi düşüktü; nüfusun çoğunluğu köylerde yaşıyor, kent ve kır yaşam tarzı arasında keskin bir uçurum hüküm sürüyordu, kır ve kent küçük burjuvazisi en kalabalık tabakayı meydana getiriyordu. Tüm bunlar, İslami muhafazakar yaşam biçimine ve İslam’ın bir politik-ideoloji olarak gelişmesine zemin oluşturuyordu.
Emperyalist küreselleşme, Müslüman ülkelerde de kapitalist gelişmeyi ve haliyle proleterleşmeyi hızlandırdı. Bu süreçte köy-kasaba-küçük kent eksenli eski kapalı-muhafazakar yaşam tarzı ve ilişki biçimlerinin maddi zemini darbelendi. Toprağından, işliğinden, dükkanından yoksunlaşmış milyonlar büyük sanayi şehirlerine aktı. Elbette bunlar büyük şehirlere kendi muhafazakar düşünüş ve ilişki biçimlerini de taşıdılar. Büyük şehirler, yoksullar için ahlaki ve fiziki yozlaşmanın bataklıklarıydı. Bu nedenle, İslami cemaatler çemberi onlara hem maddi hem manevi korunak oluyordu. 90′larda sosyalist ideolojinin etki gücünün gitgide daha da zayıflaması ile birlikte, ezilenlerin politik İslam’a ilgisi de büyüdü.
Ne var ki politik İslam’ın güçlenmesine neden olan bu koşullar, aynı zamanda onu büyük bir çıkmaza da sürüklemekteydi. Hızlanan kapitalistleşme, dünya pazarı ile bütünleşme, bitimsiz gibi görünen muhafazakar yaşam tarzı kaynağını kurutmaktaydı. Oysa politik İslam eskinin cemaatçi ekonomik-sosyal ilişkilere dayalı dar-sıkı muhafazakarlık elbisesini topluma biçmeye devam ediyordu. Toplumun iktisadi-sosyal gelişme düzeyi bu elbisenin içine sıkıştırılamayacak düzeye ulaşmıştı. Ama politik İslam’ın bir başka program benimsemesi söz konusu olamazdı. Çünkü, İslami muhafazakarlık ve cemaatçilik onun varoluşsal nedeniydi.
Gel gör ki cemaat ilişkisi, yerini her zamankinden daha çok keskin sınıf ayrışmasına bırakmaktaydı. Politik İslam yoksullardan güç alıyordu ama esasen orta ve küçük burjuva tabakaların çıkarlarının politik temsilcisiydi. Orta burjuvaların bir kısmı artık büyük burjuvalaşmış, diğerlerinin de çoğu görece bağımsız varlıklarını yitirerek büyük burjuvazinin eklentisi haline gelmişti. Doğal olarak bunlar emperyalist küreselleşmeyle uyumlu politikaların geliştirilmesinden yanaydılar. Buna karşın, politik İslam’ın kitle tabanını oluşturan kent ve kırın küçük burjuvazisi giderek proleterleşmekteydi. Bu, aynı zamanda işsizlik ve sefaletin büyümesi demekti. Bu kitlelerin çıkarları ile burjuvazinin çıkarlarını politik İslam bayrağı altında ortaklaştırmak artık kolay değildi. Bu akım, ya kendini emperyalist küreselleşmeyle tam uyumlu hale getirecek ya da antikapitalist yeni bir ekonomik-toplumsal program benimseyecekti. Ama her iki durumda da bu kendi varoluşsal nedenlerini kendi elleriyle dinamitlemek olurdu.
Nihayet bu varoluşsal bunalım, Müslüman Kardeşler’in çıkmazının ana nedeniydi.
ORDU PARTİSİNİN ÇIKMAZI
Milyonlar, Mübarek’e karşı ayaklandıklarında ordu düzenin baş bekçisi olarak sahnedeydi. Kitle selinin önüne geçilemeyeceği anlaşıldığında ABD, Mübarek’i feda etmek zorunda kaldı. Ordu, ABD emperyalizminin yönlendirmesiyle “tarafsız” pozisyonuna geçti; daha sonra Müslüman Kardeşler ile uzlaşarak devrimin ilerlemesini durdurdu. Ama belli ki ordu ile Müslüman Kardeşler arasındaki ilişki bir iktidar kaynaşmasını değil, geçici-mecburi bir uzlaşmayı ifade ediyordu. Her iki taraf da dengeyi kendi lehine çevirmeye hizmet edecek fırsatları kolluyordu. Mursi yönetimine karşı milyonlar yine alanları doldurunca, orta yığınların haklı ve meşru mücadelesini kendi gerici emellerinin basamağı olarak kullandı, ABD ve AB emperyalistlerinin teşviki ve onayıyla darbe yaptı ve yeni bir yönetim atadı.
Açıktır ki, bu politik bunalımın daha da derinleşmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır. Bundan böyle ordu, yığınların “ekmek ve özgürlük” talebinin doğrudan muhatabıdır. Oysa ordu, bu yöndeki taleplerin gerçekleşmesinin önündeki başlıca engellerden birisidir. Bugün onu alkışlayanlar da dahil Mısır halkının yakın gelecekte çok daha büyük kitle dalgaları halinde ordunun da üstüne akmaları sürpriz olmayacaktır. Çünkü devrimci süreci tetikleyen belirleyici çelişkiler tüm çözülmezlikleriyle orta yerde durmaktadır ve ordu destekli yönetim bu çelişkileri daha da keskinleştirmekten başka bir rol oynamayacaktır.
Kuşkusuz gelecekteki yeni bir dalganın halk iktidarına kapı aralaması, ezilenlerin “ekmek ve özgürlük” talebini karşılamayı hedefleyen bir program etrafında hareket birliğinin sağlanması ile mümkün olabilir. Şimdi, Mısırlı ilerici kuvvetlerin ordu ve onun burjuva destekçileriyle aralarına keskin ve kalın bir çizgi çekerek tüm dikkatlerini ezilenlerin birliğini sağlamlaştırmaya ve geliştirmeye vermeleri, Mısır devrimci sürecinin geleceği bakımından büyük öneme sahiptir.
BİÇİMSEL DEMOKRASİNİN ÇIKMAZI
Söz, örgütlenme ve eylem özgürlüğünün teminat altına alınmadığı, salt seçim sandığına bağlı, biçimsel bakımdan dahi güdük, bir başka deyişle politik özgürlüksüz bir demokrasinin, Mısır halkının beklentilerini karşılamadığı açığa çıktı. Art arda ayaklanmalarla politik bir irade olduğu bilincine varmış olan halkın dört beş yılda bir önüne seçim sandığı konularak oyalanması artık mümkün değil. Halk, seçilmiş olsa da halkın taleplerini yerine getirmeyenlerin geri çağrılması hakkını pratikte yürürlüğe koydu. Mevcut politik sistem, halkın siyasi bilincinin çok gerisinde kaldı. Bu yalnızca Mısır’la ilgili bir durum değil. Dünyanın her yerinde burjuva biçimsel demokrasi, dahası temsili demokrasi bunalımı yaşanıyor. Kitleler siyasete doğrudan katılmanın yeni yöntemlerini geliştiriyor. Sosyal medyada, şehir meydanlarında, komünal forumlarda, yeni tür bir demokrasi filizleniyor. Mısır’da ve her yerde devrim süreci tam da bu filizlerin daha gür biçimde yeşertilmesi ve büyütülmesiyle doğru bir rotada ilerleyebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder