9 Temmuz 2013 Salı



ROBOSKİ GİBİ REYHANLI DA KİRLİ SAVAŞ ZAİYATI SAYILDI

Suriye emperyalist kapitalist ülkelerin ve buna bir alt perdeden bölgesel güç merkezleri olarak dahil olan Türkiye ve İran’ın hegemonya ve güç mücadelelerinin öne çıkan sahası durumunda.
Suriye’deki iç savaş çıkar ve çelişkileriyle karşıtlaşan emperyalist-kapitalist devletlerin, bölgesel tekelci kapitalist devletlerin ve bölgesel fay hattının harekete geçmesiyle oyunu bölgesel düzeyde etkileme gücüne sahip olan yerel güçlerin yaşanan güç ve hegemonya mücadelesinin bir sonucu olarak yaşanmaktadır.
Türkiye Suriye’de gerici iç savaşın örgütleyicilerinden biri, paramiliter güçlerin kontrgerilla faaliyetlerinin merkezi konumundadır.
 ANTAKYA…
Ortadoğu coğrafyasının hemen hemen tüm renklerini içinde barındıran, farklı etnik, dinsel ve mezhepsel kimliklerin bir arada yaşadığı, bir kent Antakya.
Ve aynı zamanda Ortadoğu’da Suriye kriziyle birlikte yükselen gerilimin de bir parçası.
Suriye’deki iç savaşın taraflarından biri olan Özgür Suriye Ordusu isimli paramiliter silahlı çetelerin saldırı ve lojistik üssü.
Suriye’de gerici iç savaşın tarafları eliyle sürdürülen, örtülü bir emperyalist kapitalist savaş yaşanıyor.
Ve Türkiye’nin bölgesel güç olma politikasının bir sonucu olarak bu savaş başta Antakya olmak üzere sınır kentlerini de doğrudan etkisi altında almış durumda.
Bunun bedeli, Antep’te, Akçakale’de Cilvegözü’nde ve en son Reyhanlı’da dökülen kan ve paramparça olan canlar oldu.
Yaşanan açık söyleyelim örtülü bir savaştır.
Antakya halkı fiili bir savaş sürecinin içinde yarın ne olacağından kaygılı bir biçimde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Reyhanlı’daki katliama kadar bu savaşın bir tarafı, parçası olmak istemediğini haykırsa da savaş karşıtı hareketin cılızlığıyla birlikte sesini duyuramadı.
Ve katliam göz göre göre geldi.
Bu katliamda payımız var:
Tekelci kapitalist devletin emperyalist kapitalist bölgesel tekelci savaş politikalarına karşı sesimizi yükseltmediğimiz için.
Suriye’de yanı başımızda süren ve Türkiye’nin doğrudan tarafı olduğu kapitalist savaşa karşı güçlü bir savaş karşıtı hareket geliştiremediğimiz için…
Reyhanlı, Özgür Suriye Ordusu’nun TC tarafından en muteberli görülen kolu olan El Nusra ve El Faruk Tugayı’nın lojistik, eğitim ve üslenme noktası.
Sokaklarında gündüz Suriye topraklarına savaşmaya giden akşam geri dönen kamuflaj elbiseli, silahlı çete üyeleri dolaşıyor.
Reyhanlı’da cihadçı çeteler tarafından bomba imalatı, tırlarla silah ve malzeme sevkiyatı yapılıyor. İşte burada imal edilen bombalarla -tıpkı Reyhanlı’da olduğu gibi- Halep’te, Şam’da onlarca insan, tarafı olmadıkları bir savaşın artık sayılmayan kurbanları olarak toprağa düşüyorlar. Reyhanlı’da gördük savaşın bir simülasyon oyunu olmadığını.
Suriye ile sınır kentler başta Antakya olmak üzere adeta tampon bölge durumunda.
Antakya halkı aylar önce fitili ateşlenmeye hazır bir bomba haline gelen bölge durumuna işaret ediyor ve bölgenin savaş üssü olarak kullanılmasına karşı tepkisini haykırıyordu.
Üç maymunu oynadı basın, Antakya’dan yükselen savaş karşıtı çığlıkları Esadcılık olarak yaftalayıp bastırmaya çalıştı AKP hükümeti.
Bombalar Reyhanlı’da patladığında hükümete ve basına dönük öfke patlamasının nedeni buydu.
Sınır kentlerindeki halk aylardır sınırların yol geçen hanı olmasına işaret ediyor, sınırların denetlenmesini istiyor.
Reyhanlı’nın sokaklarında eli silahlı asker kıyafetli paramiliter güçlerin dolaşmasını istemiyor.
Bu tepkiler yer yer savaştan kaçan mültecilere karşı ırkçı tepkilere kadar vardı.
Bu tehlikeli gerilimi görmemek için ya kör olmak ya da bu gerilimi stratejik derinliği olan bir politikanın unsuru olarak zaten istiyor olmak gerekiyor.
Kapitalist devletin kör olduğunu kimse iddia edemez.
Ancak göçmen karşıtlığı konusunda da, bölgenin fay hattını oluşturan etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkların kaşınmasıyla oluşan gerilimde de, El Nusra gibi köktendinci silahlı çetelerin kontrol edilebilirliği konusunda da yanlış hesap yaptıklarını ise katliam sonrası kriz yönetimindeki karaya oturuşlarından dolayı pekala söyleyebiliriz.
ROBOSKİ GİBİ REYHANLI DA KİRLİ SAVAŞ ZAİYATI SAYILDI
Bu vahşet karşısında yas bile ilan edilmedi.
Televizyon ekranları eğlence programlarından, dizilerden milim şaşmadı, ekranlara yasın rengi olan siyah hiç yansımadı.
Ama savaş karşıtlığını geliştirir ve bu da yükselen güç Türkiye burjuvazisi ve devletinin Ortadoğu’daki ali çıkarlarına zarar verir diye Reyhanlı katliamı için karartma uygulandı.
Reyhanlı gerçeği kopkoyu bir karanlığın içerisine hapsedildi. Antakyalılar, Reyhanlılılar daha önce her gün yüksek gerilim hattına dönmüş olan hayatları için attıkları çığlıkları duyuramamıştı, şimdi de onlarca ölülerinin, paramparça olan, vücut bütünlüğü bile kalmayan cesetlerinin daha onlarca ağır yaralısının acısını haykıramıyor, sesini dünyaya ulaştıramıyor.
Reyhanlılıların görülmeyen, sayılmayan (sahi ölü sayısının 51 olduğuna inanan var mı?) ölülerine inat, Türkiye televizyon ekranlarına kilitlenmiş yine Survivor adasında kimin dokunulmazlık kazanacağını, kimin ödül kazanacağını, kimin adadan gideceğini izliyordu.
Bu acıyı 2011′in son günlerinde Roboski de yaşadı.
Acıda bile ortaklaşılamadı.
Onlar cenazelerinin parçalarını bir araya getirip gömmeye çalışırken Türkiye’nin yılbaşı çılgınlığını yaşadı.
Kürt halkı en çok da basının, toplumun, dünyanın üç maymunu oynamasına öfkelenmişti.
Burjuva politikacılar, katliam sonrası ölülerimizi yüksek politik nutuklarına/analizlerine meze yaptılar, cesetlerin orasından burasından çekiştirdiler.
Öncelikle bu kirli savaşta katledilen cesetlerimizden ellerini çekmelerini haykıracak, Ölülerimizi maliyet analizlerine konu etmekten vazgeçmelerini isteyecek, emperyalist ve bölgesel tekelci kapitalist müdahale-pazarlık-anlaşma-saldırı ve savaşa karşı sınıf savaşını yükselteceğiz.
Savaş üssü haline getirilen tüm kentler savaş hedefi haline gelmiş durumundadır.
Antep’in Cilvegöz’ün, Akçakale’nin ardından Reyhanlı geldi.
Yarın 900 kilometrelik sınırın herhangi bir yerinde kurulu olan bir yerleşim biriminde de bombaların, silahların patlamayacağını kimse garanti edemez.
Ayrıca, tekelci kapitalist devletin, mezhep ayrımcılığını körükleyen politikalarının devam etmesi durumunda Antakya’da mezhep çatışmaları ve gerginlik yaşanacak ve bu ülke çapında toplumsal bir yarılmaya da yol açabilecektir.
AKP, çeşitli toplum kesimlerini birbirine düşürmeyi hesaplanabilir bir risk tablosuyla birlikte toplumsal muhalefeti bastırmanın bir unsuru haline getirmeyi hedefliyor.
Tekelci kapitalist devletin bölgesel güç olma stratejisi doğrultusunda yaptığı maliyet analizlerine, işçi sınıfını ve emekçileri kendi sınıfı adına hesaplanabilir risklerle birbirine düşürüp boğazlatma politikalarına karşı işçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini savunacağız.
Düşmanlıklar halklar arasında değil sınıflar arasındadır. Sunni-Alevi-Hıristiyan da olsa, Arap- Kürt-Türk-Keldani… de olsa savaş işçi sınıfı ve emekçileri, yoksul halkı vurmaktadır.
Reyhanlı’daki katliamın müsebbibi tekelci kapitalist devletin savaş politikalarıdır.
Cilvegözü’nden sonra Reyhanlı’da patlayan bombaları patlatan kim olursa olsun buna zemin oluşturan bu politikalardır.
Tayyip Erdoğan Reyhanlı saldırısının arifesinde bir ABD televizyonuna verdiği röportajda “Suriye’ye askeri müdahaleye destek vermeye hazırız”demiş ve bu çağrısı Reyhanlı halkına can-kan bedeli olarak geri dönmüştür.
Uluslar arası cihatçılardan ve silahlı çetelerden oluşan paramiliter gruplara evsahipliği yapmakla sınır kentlerini birer savaş üssü haline getirmekle bu katliamın birinci dereceden sorumlusu tekelci kaptalist devlet ve siyasi iktidarıdır.
İŞÇİ SINIFI BU KAPİTALİST SAVAŞIN TARAFI DEĞİL KÖKTEN KARŞIDIR: KAPİTALİST MALİ OLİGARŞİK SAVAŞA KARŞI SINIF SAVAŞI!

             Suriye’de yaşanacak bir savaşın bölgesel bir savaşa dönüşebileceğini söyledik, gerici iç savaşın derinleştirilmesinin tüm bölgede halkların kırımına yolaçabilecek bölgesel bir iç savaşa doğru sıçramasının tehlikelerine işaret ettik.
Reyhanlı’da yaşananlar ve oradaki toplumsal gerilim hattı, emperyalist kapitalist ve bölgesel tekelci savaş politikaları, müdahale ve kışkırtmalar devam ettiğinde bu olasılığın güç kazanacağının bir işaretidir.
Bebeklerin ulusu yoktur, dini, mezhebi de.
Ancak bu kirli savaşta, bu mezhep çatışmasına dönüşen gerici iç savaşta, kundaktaki bebek Nusayri olduğu için, Sunni olduğu için,
Arap olduğu için, Kürt olduğu için ve en son Reyhanlı’da Fatma Nur da Türk olduğu için katledildi.
Emekçi halkların birbirine din diye, ulus diye, mezhep diye düşmanlaştırıldığı bir coğrafyada yaşıyoruz.
Canın da, ölümlerin de çetelesi acının/ölünün ırkına, dinine, mezhebine göre tutuluyor.
Tarafı değil kökten karşıtı olmamız gereken bu savaşta emperyalist kapitalist ve gerici bölge devletlerinin bloklaşması üzerinden pozisyon aldığımızda bu savaşın pasif destekçisi durumuna düşeriz.
Payına acı ve ölüm, daha fazla baskı ve sömürü düşen işçi sınıfı ve emekçiler bu kapitalist savaşta hangi bloğa yedeklenirse yedeklensin burjuvazinin safında mevzilenmiş, tekelci kapitalist savaşın destekçisi, sürdürücüsü olmuş olur.
KATİL BAHÇIVANMIŞ! 
Roboski Katliamı’nın faillerini bir buçuk senedir bulamayanlar Reyhanlı’da bir gün bile geçmeden hem “Alevi” hem “Marksist” bir örgütün(!) bombaları patlattığını buluverdi.
Bombalar deniz yoluyla Samandağ’ına getirilmiş (işte bakın Alevi parmağına kanıt!), orada hazırlanıp araçlara bindirilmiş ve Reyhanlı’da patlatılmış!
Yapan örgüt de şıpıdın işi bulunmuş: 20 yıl önce dağılan ve artık olmayan bir örgüt!
Bu arada ilçedeki MOBESE kameraları kayıtta değil(miş), çünkü bozuk(muş)!
Ama bu patlamanın yeri ve zamanını bilen, bu sırada kameraya “Kayıt” diyen eller de varmış!
Görüntüler patlamadan saatler sonra youtube’dan servis edildi!
Bu üçüncü sınıf “katil kim” senaryosunu bozan ise, Redhack’in Jandarma İstihbarat belgelerini deşifre etmesi oldu.
Ancak bu katliamın gerçek faili savaş kışkırtıcılığı yapan ve gerici iç savaşın lojistik üssü, finanse edeni, örgütleycisi olan tekelci kapitalist Türk devletidir, onun adeta savaş hükümeti olarak konumlanan siyasi iktidarıdır.
Türkiye’nin Şam’da, Halep’te patlayan bombalarda parmağı olduğu gibi Reyhanlı’daki patlamada da var.
İlk günlerde getirilen basın özgürlüğünün açık ihlali olan yayın yasağı da bu suçüstü durumunun üstünü örtmek içindi.
Başbakanın, bakanların bölgeyi savaş üssü olarak kullanan paramiliter güçleri aklamak için canhıraş açıklama yapmaları, saldırının üzerinden saatler bile geçmeden kimin tarafından nasıl yapıldığının ilk elde açıklanması (tam bir panik olma hali) ve ayrıca devletin MOBESE’ler de devredışı olduğu için elinde kamera kayıtları yokken, paramiliter güçlerin en kanlı ve terörist grubu olan El Kaide’ye bağlı El Nusra’nın olay sırasında çekilen görüntüleri hemen youtube’dan allahu ekber nidalarıyla paylaşması katliamın olağan şüphelisi olarak bu çapulcu çetelerini öne çıkarıyor.
Ancak her bir tarafın tarihi bu katliamı şu yapmamıştır dedirtemiyor, o yüzden Türk devleti de “katil kim” oyununda da hile yaparken pek zorlanmıyor.
Çünkü Ortadoğu’da tüm egemen güçler birbirlerine politik mesajlarını genelde emekçi halkların kanı üzerinden verir.
Hiç biri karları ve egemenliği paylaşma savaşında emekçi halkların kanının yıkımlarının hesabını tutmaz.
Yine bu kan üzerinden ön kesmeler, ön almalar yapılır.
ANTİKAPİTALİST OLMADAN ANTİEMPERYALİST OLUNAMAZ 
Türkiye Reyhanlı katliamını savaş çığırtkanlığı için -tam da ABD ziyareti öncesi- bulunmaz bir fırsat olarak kullanmayı umarken “bomba” elinde patladı.
Çünkü Reyhanlı ve tüm Türkiye’de tekelci kapitalist devletin saldırgan dış politikası daha fazla sorgulanır hale geldi.
Bu katliamın sorumlusu olarak bu savaş politikalarının mimarı ve yürütücü olan hükümet hedefe kondu.
Tekelci kapitalist devlet, kitlelerin gözünde, sürekli güç testine tabi tutulan, her seferinde “bedel ödeteceğiz” nutuklarıyla Suriye’ye tehditler yağdıran ve fakat çok havlayıp ısıramayan bir köpek pozisyonuna yine -F-16′nın düşürülmesi sonrası da bu olmuştu- düşmüş oldu.
Suriye’de iki buçuk yıl önce Arap baharının rüzgarıyla neoliberal politikalara ve tekçi gerici Esad rejimine karşı özgürlük ve demokrasi şiarıyla başlayan kitle hareketlerinin bazılarında, örgütsüzlük ve önderliksizliğinden, emperyalist kapitalistler ve bölge devletlerinin desteğiyle silahlanan paramiliter silahlı çeteler rol çaldılar.
Libya’da olduğu gibi, Suriye’de de sürecin dinsel, ulusal, mezhepsel çatışmalara doğru evrilmesiyle ilk başta rejime karşı ayaklanan kitleler büyük oranda sokaklardan çekildi.
Bugün Suriye’deki halk hareketi büyük oranda paralize olmuş durumda.
Özgür Suriye Ordusu çetelerini destekleyen sınırlı bir kesimin dışında kitleler sokakları boşaltmış durumda.
Buna tek istisna Rojava’dır. Burayı dışında tutarsak rejim karşıtı halk muhalefetinin büyük oranda çekildiğini, meydanın Esad rejimiyle Özgür Suriye Ordusu adındaki paramiliter gruplara kaldığını, onların eliyle yürütülen ve mezhep çatışmasına doğru evrilen gerici bir savaşın yaşandığını söyleyebiliriz.
İşçi sınıfı ve emekçiler kesinlikle bu gerici iç savaşta bir taraf olmamalıdır. Esad rejiminin destekçisi ve savunucusu olmak antiemperyalizm değildir.
Antikapitalist olunmadan antiemperyalist olunamaz.
Kargadan başka kuş ABD’den başka emperyalist kapitalist ülke tanımayanlar gerici Esad rejimiyle (Esad rejimini destekleyen Rusya-Çin-İran-Hizbullah ile) aynı kareye girmekte bir beis görmemektedir.
Bir emperyalist kapitalist bloğa karşı bir başka emperyalist kapitalist bloğun ajandasına yazılarak antiemperyalist olunamaz.
Türkiye devrimci hareketi, Suriye’nin emperyalist kapitalist ülkelerin ve buna bir alt perdeden bölgesel güç merkezi olarak dahil olan Türkiye ve İran’ın hegemonya ve güç mücadelelerinin öne çıkan sahası olduğunu görmediği için sığ analizlerin ötesine geçemiyor.
Esad rejimini antiemperyalist gören görmeyen tüm kesimlerin buluştuğu nokta Türkiye’nin emperyalistlerin maşası, ABD’nin taşeronu olduğudur.
Bu analizlerin peşi sıra ABD ile Türkiye arasında Suriye krizi konusunda açığa çıkan taktik farklılığa ise Türkiye’nin savaş kışkırtıcılığına vurgu yapmanın ötesinde değinmiyorlar.
Oysa “aktif taşeron” Suriye’deki krizde, “maşa”sı olduğu emperyalist-kapitalist odaklardan daha cevval ve her ne kadar çuvallamış olsa da oyun kurucu olmaya çalışıyor.
Leş kargası olarak Libya’da geç kalmış olmanın verdiği hazımsızlıkla Suriye’de ön almaya çalıştı kapitalist Türk devleti.
Ancak sonradan görme acemi kumarbaz kibri, “bir koyup üç alma” hırsı, Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik’i buraya kadardı!
Son aylarda Esad rejimi Şam’da ve Halep’te ÖSO’nun etkin olduğu mahalle ve bölgeleri yeniden ele geçirmeye başladı.
Ve askeri olarak inisiyatifi büyük oranda ele geçirdi.
ABD’nin doğrudan bir Suriye müdahalesine mesafeli duruşu, muhalefetin kendi içinde parçalı yapısı ve Suriye halkları içerisinde etkinliğinin sınırlı olması vb. etmenlerle de birleşince Esad rejimi konumunu güçlendirmiş oldu.
Küresel kriz koşullarında emperyalist kapistalist güç ve hegemonya mücadelesinin arenası haline gelen bölgede sadece Suriye’yle sınırlı kalmayıp bölgesel bir savaşa dönüşme olasılığı yüksek bir müahaleyi başta ABD olmak üzere emperyalist kapitalistler göze alamıyor.
Emperyalist, bölgesel tekelci kapitalist savaş ve işgal için ekonomik-askeri-siyasi-diplomatik her türlü girişimine rağmen Türkiye’nin Suriye konusunda agresif dış politikasına geniş bir destek sağlayamamış olmasının gelip dayandığı eşik, tam da burasıdır.
Taraflar haziran ayında toplanacak olan Cenevre Konferansı’na ellerini güçlendirerek gitmeyi hedefliyor.
Bu noktada Rusya (BM Güvenlik Konseyi dışında öne çıkan, doğrudan tutum belirten bir pozisyonda olmasa da Çin), İran, Hizbullah, Suriye daha senkronize hareket ediyor.
Öte yandan AB ve ABD ise kendi iç sorunları, henüz küresel kriz sarmalının etkisinden çıkamamış olmaları, Irak, Afganistan, Libya’daki müdahalelerinin yarattığı yıpranma nedeniyle oldukça temkinli davranıyorlar.
“İŞLERİNİ YAPANLAR”: BURJUVA MEDYANIN PARÇA BAŞI ÇALIŞAN TETİKÇİLERİ 
6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya atılan ve ilk anda 78 bin kişinin ölümüne neden olan atom bombasını taşıyan uçağın pilotu Paul Tibbets 2005′te hazırlanan Hiroşima belgeseli için kamera karşısına geçtiğinde “Uçak havalanınca pilot kabininden uçağın arkasına, askerlerin olduğu yere geçtim.
Kendimize kahve aldık ve onlara aslında ne yaptığımızı uçakta ne taşıdığımızı söyledim. İlk noktamızdan bombayı bırakma noktasına geldiğimizde bunu bir rutin olarak gerçekleştirdik.
Tamamen bombalamaya konsantre olduk.
Ben duygusal değilim.
O anda düşündüğüm bir şey olsaydı, size ne olduğunu söylerdim.
İşimi yaptım ve başarıyla sonuçlandığı için çok rahatlamıştım, siz bunu anlayamazsınız” demişti.
Hiroşima’ya atom bombasını atan pilotun ağzından dökülenlerde bir caninin kayıtsızlığı ve soğukluğu var.
Bombayı niçin attığını bilmenin, ABD’nin savaşı kazanması için savaşın yan hasarları olarak binlerce insanın katledilmesinin gerekliliğini(!) bilince çıkarmış bir katilin hedef netliği var.
O sadece ABD’nin süper güç olma politikasının bir sonucu olan vahşette üzerine düşen görevi yerine getirmişti. Yüzbinlerce insanın katli ABD’nin süper devlet olması için gerekliydi.
Yani Hiroşima ve Nagazaki’de öldürülen yüzbinler sadece savaşın yan hasarlarıydı.
Bu kadar basit. Şimdi gelelim hedef netliği olan ama elinde bomba olmayıp kalem olan, “büyük Türkiye” rüyası için her şeyi mübah gören Ortadoğu uzmanımız Cengiz Çandar’a. Onun bilinci de ABD’li pilot kadar berrak ve net!
Cengiz Çandar 13 Mayıs tarihli “İsrail’e Vuramayan Reyhanlı’ya Niçin Vurur?” başlıklı yazısında insanların kanı-canını maliyet hesabı analizine tabi tutmuş, “akil insan” Ali Bayramoğlu da bu analizin ne kadar doğru oluğunu vurgulamıştı.
Ali Bayramoğlu’ndan okuyalım: “Bu konuda dün, tümüyle katıldığım önemli tespiti Cengiz Çandar yapmış: ‘Reyhanlı’daki patlamaları ve şimdiye dek herhangi bir benzeri olayda görülmemiş yükseklikteki can kaybını, Ortadoğu politikasında ‘etkili bir aktör’ olmanın ‘kaçınılmaz maliyetlerinden biri’ olarak görmek gerekiyor…
Böyle bir maliyetten uzak kalmak için Türkiye’nin Suriye’de olan bitenlerden uzak durması gerekmez miydi?
Hayır, bu mümkün değildi.
Türkiye’nin ulaştığı gelişme düzeyi ve uluslararası sistemin içine girdiği kalıp, Ortadoğu’da ‘etkili bir aktör’ olmaktan öteye ona bir şans tanımıyordu…’
Açık: Arap baharı, değişim süreci, Kürt sorununun uluslararası boyutları, Ortadoğu’daki Türkiye’yi kuşatan fay hatları ve bu çerçevede yeni bir dönem, yeni dönemin yeni sorunları…
Bu açıdan Hatay’ın altını özellikle çizmek gerekiyor.
Hatay, Suriye rejiminin seçtiği eylem alanı…” (Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 14 Mayıs 2013)
Eminiz “akil insan” Ali Bayramoğlu Roboskili aileleri de maliyet analiziyle susturmaya çalışacaktır.
Çünkü ne de olsa katliamların üzerini örterek, Kürt halkının ulus olmaktan gelen haklarını yoksayıp sadece bireysel-kültürel hakları tanıyarak gelecek bir barış için Roboskili ailelere düşen de katliamı unutmaktır.
Reyhanlı da bölgesel güç olmanın ufacık bir “maliyet kalemi”dir işte.
Bu maliyet analizinin bir başka versiyonu da kuşkusuz savaşta yan hasar olarak değerlendirilen Suriyeli işçi ve emekçilerdir.
Reyhanlı’da yaşanan vahşet iki buçuk yıldır Suriye’de yaşanıyor.
Ve Türkiye bu vahşetin sorumlularından biri.
Suriye halklarını bu gerici iç savaşta yan hasar derekesine düşüren savaş baronlarına orada ölenlerin insan olduğunu, tarafı olmadıkları bir savaşta katledildiklerini ve bu savaşın insanlık dışı yüzünü haykıracağız.
Şam’da, Halep’te patlayan bombaların yankısı da acısı da Antakya’dan duyulur.
Türkiye oradaki gerici iç savaşın kışkırtıcısı, destekleyicisi, koordinasyoncusu olurken Halep’te patlayan her bombanın sesinin Antakya’dan duyulacağını unutmuş olamaz.
Burada bir maliyet hesabı elbette yapılmıştır.
Savaşlarda, böylesi büyük oyunlarda oyun kurucu olmaya soyunan savaş maliyeti kalemine yazılacak rakamları üç aşağı beş yukarı elbette öngörür.
Reyhanlı da bunlardan biridir.
Burada AKP cephesinden yaşanan şaşkınlık kriz yönetiminde yaptıkları kimi hatalardan ve ilk elde Reyhanlı halkının gösterdiği tepkiden, ülke çapında savaş karşıtı hareketin görünür hale gelmesinden dolayı yaşandı.
Cilvegözü sınır kapısındaki patlamada gelişen ufak çaplı protesto ve tepkileri pekala savuşturmuş olan hükümet bu sefer o kadar rahat değil.
BU İLK KATLİAM DEĞİL SON DA OLMAYACAK, KAPİTALİZM BÖLGEDEN SÜPÜRÜLÜNCEYE DEK! 
Bu savaşın bir ikmal istasyonu haline getirilen Antakya’da bu ilk olmadığı gibi son bomba da olmayacaktır. Suriye’deki savaştan kaçan mülteciler Reyhanlı’nın ve olası patlamaların sorumlusu değil.
Özellikle Reyhanlı saldırısı sonrası gelişen ve mültecilere dönük tepki ve saldırılar bir toplumsal cinnet halinin ipuçlarını veriyor.
İşçi sınıfı ve sınıf devrimcileri mülteci karşıtlığını körükleyen bir dili de pratiği de asla sergileyemez.
İşçi sınıfı ve emekçiler emperyalist ve bölgesel tekelci kapitalist müdahale-pazarlık-anlaşma-saldırı ve savaşa karşı sesini yükseltirken bu savaşın mağduru olarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli mültecilere karşı kesinlikle düşmanca bir tutum içerisinde olamaz.
Onlar bölgesel güç yükseltimi hedefiyle hareket eden Türkiye burjuvazisinin, emperyalist kapitalistlerin ve bölgedeki diğer gerici aktörlerin kışkırttığı gerici iç savaşta Esad rejiminin ve silahlı çetelerin kurşunları, bombaları arasında kalmamak için yerlerini, yurtlarını geride bırakıp sığınanlar…
Daha dün Antep’te yaşanan iş cinayetinde kaçak çalıştırılan Suriyeli işçi kardeşlerimizle birlikte yanmadık mı? Savaşta da, fabrikada da (hangi ulustan olduğumuza bakılmaksızın) aynı sınıf düşmanı tarafından öldürülüyor, sömürülüyoruz.
Onlarla paramiliter silahlı çete üyelerini bir ve eş tutamayız.
Ülke topraklarının, mülteci kamplarının cihadcı paramiliter silahlı çetelerden, iç savaş güçlerinden arındırılması için mücadele ederken savaşın mağduru olan Suriye emekçi halklarıyla aynı safta yer aldığımızı unutmamalıyız.
Tekelci kapitalist savaşa ve Türkiye burjuvazisinin Suriye halklarından sonra Türkiye’deki işçi emekçilerin yıkım ve kıyımına yol açan gerici iç savaşı kışkırtıp derinleştiren saldırgan dış politikasına karşı işçi sınıfının tek silahı enternasyonal sınıf mücadelesini yükseltmektir.
Yaşasın işçilerin birliği-halkların kardeşliği!
Kahrolsun tekelci kapitalist savaş!
Emperyalist ve bölgesel tekelci kapitalist savaşa karşı sınıf savaşı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder