HER YERDE DİRENİŞ
HER YERE
TAKSİM KOMÜNÜ
Bilim insanları, bilinen evrenin 13,7 milyar yıl yaşında olduğunu belirtiyor. Bugünkü biçimini almadan önce evren, esasen ışınımdan (radyasyon, ışık) oluşuyordu. Bu ışınımların milyarda biri kadar küçük bir oranda protonlar ve nötronlar vardı. Fakat bugünkü evreni oluşturan maddenin yapı taşları protonlar ve elektronlar, yüksek sıcaklıklar nedeniyle henüz bir araya gelip atomu oluşturamıyorlardı. Bu birleşmenin gerçekleşmesi için evrenin sıcaklığının düşmesi gerekiyordu. Sıcaklık uygun hale geldiğinde protonlar elektronlara bağlanmaya başladı. Böylece atom oluştu.
O zamanki evren, içinde
çok az da olsa proton ve nötronların da uçuştuğu bir ışınım çorbası olarak
tasavvur ediliyor. Başlangıçta enerji parçacıkları kütlesizdir. Bu
parçacıklardan bazıları bir alanla etkileşime girerek kütle kazanmakta, bu
alanla etkileşime girmeyenler ise kütle kazanıp kararlı maddeye
dönüşememektedirler. Bu teoriyi, Higgs adlı bilim insanı ortaya attığı için
buna Higgs Alanı (ya da parçacığı) deniyor. Fizikçilerden biri, daha kolay
anlaşılsın diye bulutun oluşumunu örnek veriyor. Su buharı parçacıkları havada
gelişigüzel biçimde dağınık haldedir. Bu buhar parçacıklarının bir kısmı
belirli koşullarda (sıcaklık, yükseklik vs.) birleşip bulutu
oluşturmaktadırlar. Koşulların uygun olmadığı yerde ise buhar parçacıkları
bulut halini alamamaktadır.
KAPİTALİST DÜNYA
Bugünkü kapitalist
dünyayı, evrenin ışınım çorbası haline benzetmek mümkün. Burjuva egemen
koşullar, herkesin herkesle vahşi, acımasız, yok edici rekabetini dayatıyor.
Daha iyi iş ve ücret için işçiler birbiriyle yarışmalı, ürününü daha iyi fiyata
satmak için köylüler birbirinin altını oymalı; daha iyi bir okula girmek için
öğrenciler birbirini safdışı etme yarışına girmeli; kapitalistler toplam
artıdeğerden daha büyük pay almak için birbirinin gözünü çıkarmalı. Tüm
bunların ifadesi olan bireysel çıkar için insanın insanla rekabeti sermaye
üretiminin varlık koşuludur. Bu koşul, burjuva düşünüş tarzının ve burjuva
ahlakın temelini oluşturur.
Burjuvazi bu durumu şöyle savunur: Bireysel çıkarları peşinde
koşan rekabet halindeki insanlar, böyle yaparak toplumu ilerletirler; rekabet,
toplumsal gelişmenin motorudur. Rekabet bazılarına daha az bazılarına daha çok
yarar sağlasa da sonuçta herkes için az ya da çok faydalıdır.
Ama gerçek hiç de öyle
değil. Öyle koşullar oluşur ki, insanların ezici çoğunluğu için daha iyi bir
geleceği umut etmek bir yana, mevcut yaşam düzeyini bile korumak imkansızlaşır.
Bugünkü kapitalizm koşulları tam da bu imkansızlığı, çaresizliği, umutsuzluğu
üretmektedir.
İnsanlar, kendi
varoluşlarını üretebildikleri ve dünden daha iyi koşullara kavuşma ümidini
taşıdıkları ölçüde sermaye düzenine karşı zaman zaman parlasalar da sonuçta
düzen içinde sönüp düzenin bir koşulu haline gelebilirler. Bugünkü kapitalizm
koşullarında insanların ezici çoğunluğu mevcut yaşam koşullarını dahi
koruyamadığı için sermayeye karşı parlayışlar düzen içinde sönüp gitmemekte ama
birleşip sermayeyi yakıp kül edecek bir ateşe de dönüşememektedir.
ANTAGONİZMA
Kuşkusuz bazı insanların
diğerlerinin emeğini sömürdüğü yerde sınıf çelişkileri her zaman yürürlüktedir.
Emekçiler, ezilenler, sömürü koşullarına bazen müdahale ederek sömürüyü
sınırlandırmaya çalışır, bazen de doğrudan koşulları değiştirmeye yönelirler.
Öyle anlar olur ki,
koşullara müdahale etmek yetmez onu ortadan kaldırmak kaçınılmaz olur.
Bunu belirleyen nedir?
Egemen üretim
ilişkilerinin karşıt sınıflarından her ikisi içinde koşullara reformcu müdahale
yoluyla varlıklarını sürdürme olanağının tükenmesidir. Böyle durumda
sömürücüler mevcut koşulların olduğu gibi sürmesi ya da sömürülenenleri daha da
berbat koşullara mahkum etmek için yürürlükteki sistemi sıkı sıkıya korumaya
çalışırlar. Sömürülenlerin önünde koşullara boyun eğmek ya da onu yürürlükten
kaldırmak, yani devrim dışında bir seçenek kalmaz. Böyle bir durumda mevcut
toplumsal koşullarla emekçi insanlığın varoluşu arasındaki çözülmez
(antagonist) çelişki, tüm şiddetiyle egemenliğini hissettirir.
İşte bugün de bir bütün
olarak insanlıkla mevcut toplumsal koşullar arasında antagonist çelişki hüküm
sürmektedir.
Antagonizma yalnızca işçilerle burjuvalar arasında yok,
insanlıkla sermaye arasında da var.
Sermaye kendini
genişleterek yeniden üretme yeteneğini yitirdikçe yalnızca emeği değil, doğayı
da daha vahşi bir hırsla yağmaya girişmekte, kadınlığı giderek artan oranda bir
cinsel sömürü nesnesi haline getirmekte; bir yandan ücretler düşer işsizlik
yükselirken, diğer yandan kazanılmış sosyal hakları gasp ederek ve devlet
eliyle yürütülen toplumsal hizmetleri piyasalaştırarak insanları kendi çaresizlikleriyle
başbaşa bırakmaktadır. Hammadde, enerji kaynakları ve yolları ile pazar payı
kavgalarının yol açtığı keskinleşen rekabet, emperyalist işgallere kadar varan
kapitalist saldırganlığı körüklemektedir. Tüm bu kapitalist barbarlığın
kaçınılmaz sonucu burjuva demokrasisinin en gelişkin olduğu burjuva devletlerde
dahi politik özgürlüğün kısıtlanması, yeni faşist yasaların yürürlüğe
sokulması, insanların neredeyse soluk almasının bile izlenip kaydedildiği bir
kontrol mekanizmasının giderek daha sıkılaştırılmasıdır.
KARARSIZ PARÇACIKLAR
İnsan yalnızca madde
değildir, o düşünen maddedir. Üretici güçlerin ve toplumsal güçlerin
gelişkinliği ölçüsünde insanın bilgi birimi haliyle düşünme becerisi de
gelişir. Her madde gibi insanı da, toplumsal ilişkileri de, belirli koşullar
belirler. Ama insan düşünen madde olduğu için, o koşullara müdahale edebilme ve
koşulları değiştirme yeteneğine sahiptir.
Bugün dünyanın dört bir yanında işçiler, öğrenciler,
kadınlar, köyüler, aydınlar, doğa severler, savaş karşıtları, kapitalist
barbarlık koşullarına karşı hareket halindedir. Ne var ki tüm bu hareket
birbirinden kopuk ve sermaye egemenliğine karşı birleşik bir mücadele halini
almamaktadır.
Alamamaktadır çünkü,
sermaye yalnızca emeği, doğayı, kadınlığı yağmalamamakta aynı zamanda işçilerin
sınıf bilincini, ezilenlerin dayanışma, örgütlenme ve politik mücadele
bilincini de tarumar etmektedir.
BİLİNÇ BİRİKTİRME VE
YÜKLEME
Sermaye, tarihsel ömrünü
doldurdu. Ama onu yıkacak güçler onu yıkma bilincini edinmedikçe ve bilinçle harekete
geçemedikçe sermayenin egemenliği son bulmaz.
Peki bu bilinç nasıl
oluşturulabilir?
Kaldı ki, kitleleri
bilinçlendirmeye soyunanların kendilerinin de bu yeni koşulların bilincine
varmaya ihtiyacı, bir başka deyişle eğiticilerin de eğitim görmeye gereksinimi
yok mu?
Belki birileri şöyle bir
soru sorabilir: Onlarca sosyalist ülke ve milyonları sürükleyen komünist
partileri vardı, onların başaramadığını bugün dağınık ve küçük sosyalist
gruplar nasıl başaracak?
Bu da yerinde bir soru,
fakat değişen koşuları hesaba katmıyor.
Bir zamanlar, onlarca
sosyalist ülke ve yığınlara önderlik eden komünist partiler olduğu doğru. Ama o
günlerde kapitalizmin henüz tüm gelişme olanakları yitirmediği de doğru.
İnsanlık dışı koşullar sosyalizme ilgiyi artırırken, kapitalist gelişmenin
yarattığı imkanlar da insanları kapitalizmin çekim alanı içinde tutmaya neden
oluyordu.
Bugün kapitalizmin çekim
alanı yok. Kapitalizm yalnızca itiyor, hiçleştiriyor. Emekçiyi hiçleştiriyor,
kadını hiçleştiriyor, gençliği hiçleştiriyor, doğayı hiçleştiriyor. Diğer
yandan bugünün insanı çok daha eğitimli, demokratik bilinci çok daha ileri,
kadınların cins bilinci daha gelişkin, gençliğin antiotoriter tepkileri daha
keskin.
Dolayısıyla, insan
bireyinin hiç olmadığı kadar gelişkin nitelikleriyle kapitalizmin onların ezici
çoğunluğunu hiçleştirmeye mahkum etmesi ve arasında giderek şiddetlenen bir
gerilim söz konusu. Gençler, bilhassa da genç kadınlar bu gerilimin sinir
uçlarında bulunuyor. Öfke kıvılcımlarının çoğunlukla onlardan sıçramasının nedeni
bu.
Ne ki, bu öfke
patlamaları yaşayan insanlar birbirinden kopuk kararsız madde parçacıkları
gibiler. Bir bakıma üzerine basınca parlayan, oraya buraya gelişigüzel
serpilmiş mayınları andırıyorlar.
KOMÜNİST ALANLAR
Bu öfke yüklü kararsız
parçacıkların etkinleşip kararlı devrimci sosyalistler halini almalarını
sağlayacak komünist alanlara ihtiyaç var. Tıpkı ışın parçacıklarının onunla
etkileşime girdikten sonra kütle kazandığı varsayılan Higgs Alanı gibi,
komünist alan da öfke parçacıklarına sınıf bilinci, komünizm bilinci
yükleyebilmeli.
Komünist alanlar öyle
olmalı ki, çekim ve etkileme gücü öyle olmalı ki, kapitalizmin ittiğini bu
alanlar çekebilmeli.
Kokuşmuş burjuva ilişki
biçimlerine karşı etkin bireyin yüksek toplumsal dayanışmacı ilişkilerini pratikleştiren;
bilim, sanat, kültür alanlarında meta ilişkilerini darbeleyen; bir bakıma
insanın insana yabancılaşmasının antitezini üreten; kısacası bizzat burjuva
bataklığın içinde yeni insanın boy verdiği alanlar olmalı bunlar.
Şehir meydanlarında, mahallelerde,
okullarda, fabrikalarda, sokaklarda bu komünist alanlara inşaya girişmeli ki,
hiçleştiren kapitalizme karşı başka bir dünyanın mümkün olabileceğini insanlar
gözleriyle görebilsin, ondan etkilensin ve dönüşsün; kurtuluşunun kendi
ellerinde olduğunu ve birleşince ne kadar güçlü olabileceğini anlasın;
hiçleştirilmiş bir nesne değil onurlu bir yaratıcı özne olduğunun bilincine
varsın; yeni bir düşünce tarzı, yeni bir ahlak edinsin. Müziği, edebiyatı,
sporu, tiyatroyu, sinemayı, sosyal ağları, bilinç geliştirme derslikleri ile
burjuva düşünüş tarzı ve ilişkiden kopuşa hizmet edebilecek her araçla bir iç
ilişkiler ağı inşa edilmeli.
Kuşku yok ki, sermayenin
egemenliği yıkılmadan yeni bir dünya kurulamaz. Komünist (komünal)
alanlar, kapitalizmin bağrına saplanmış ve kapitalizmi yıkmaya programlanmış
savaş mevzileri olabildikleri ölçüde amaca uygun olacaktır.
TAKSİM KOMÜNÜ
“Komünist parçacık”
yazısının ardından komünist alan yazısı gelecekti. Yazının üçüncü bölümünde
komünist (komünal) alanlardan ne anlaşılması gerektiği biraz daha detaylı
tartışılacaktı.
Pratik, teorinin önüne
geçti. Taksim komünü, “komünist alan”dan ne kastedildiğine iyi bir örnek. Şimdi
geleceğe giden yol, Taksim komününü hayatın her alanına hakim kılmaktan
geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder