9 Temmuz 2013 Salı



 HER YERDE DİRENİŞ
HER YERE TAKSİM KOMÜNÜ
 
                 Bilim insanları, bilinen evrenin 13,7 milyar yıl yaşında olduğunu belirtiyor. Bugünkü biçimini almadan önce evren, esasen ışınımdan (radyasyon, ışık) oluşuyordu. Bu ışınımların milyarda biri kadar küçük bir oranda protonlar ve nötronlar vardı. Fakat bugünkü evreni oluşturan maddenin yapı taşları protonlar ve elektronlar, yüksek sıcaklıklar nedeniyle henüz bir araya gelip atomu oluşturamıyorlardı. Bu birleşmenin gerçekleşmesi için evrenin sıcaklığının düşmesi gerekiyordu. Sıcaklık uygun hale geldiğinde protonlar elektronlara bağlanmaya başladı. Böylece atom oluştu.
O zamanki evren, içinde çok az da olsa proton ve nötronların da uçuştuğu bir ışınım çorbası olarak tasavvur ediliyor. Başlangıçta enerji parçacıkları kütlesizdir. Bu parçacıklardan bazıları bir alanla etkileşime girerek kütle kazanmakta, bu alanla etkileşime girmeyenler ise kütle kazanıp kararlı maddeye dönüşememektedirler. Bu teoriyi, Higgs adlı bilim insanı ortaya attığı için buna Higgs Alanı (ya da parçacığı) deniyor. Fizikçilerden biri, daha kolay anlaşılsın diye bulutun oluşumunu örnek veriyor. Su buharı parçacıkları havada gelişigüzel biçimde dağınık haldedir. Bu buhar parçacıklarının bir kısmı belirli koşullarda (sıcaklık, yükseklik vs.) birleşip bulutu oluşturmaktadırlar. Koşulların uygun olmadığı yerde ise buhar parçacıkları bulut halini alamamaktadır.
KAPİTALİST DÜNYA
Bugünkü kapitalist dünyayı, evrenin ışınım çorbası haline benzetmek mümkün. Burjuva egemen koşullar, herkesin herkesle vahşi, acımasız, yok edici rekabetini dayatıyor. Daha iyi iş ve ücret için işçiler birbiriyle yarışmalı, ürününü daha iyi fiyata satmak için köylüler birbirinin altını oymalı; daha iyi bir okula girmek için öğrenciler birbirini safdışı etme yarışına girmeli; kapitalistler toplam artıdeğerden daha büyük pay almak için birbirinin gözünü çıkarmalı. Tüm bunların ifadesi olan bireysel çıkar için insanın insanla rekabeti sermaye üretiminin varlık koşuludur. Bu koşul, burjuva düşünüş tarzının ve burjuva ahlakın temelini oluşturur.
Burjuvazi bu durumu şöyle savunur: Bireysel çıkarları peşinde koşan rekabet halindeki insanlar, böyle yaparak toplumu ilerletirler; rekabet, toplumsal gelişmenin motorudur. Rekabet bazılarına daha az bazılarına daha çok yarar sağlasa da sonuçta herkes için az ya da çok faydalıdır.
Ama gerçek hiç de öyle değil. Öyle koşullar oluşur ki, insanların ezici çoğunluğu için daha iyi bir geleceği umut etmek bir yana, mevcut yaşam düzeyini bile korumak imkansızlaşır. Bugünkü kapitalizm koşulları tam da bu imkansızlığı, çaresizliği, umutsuzluğu üretmektedir.
İnsanlar, kendi varoluşlarını üretebildikleri ve dünden daha iyi koşullara kavuşma ümidini taşıdıkları ölçüde sermaye düzenine karşı zaman zaman parlasalar da sonuçta düzen içinde sönüp düzenin bir koşulu haline gelebilirler. Bugünkü kapitalizm koşullarında insanların ezici çoğunluğu mevcut yaşam koşullarını dahi koruyamadığı için sermayeye karşı parlayışlar düzen içinde sönüp gitmemekte ama birleşip sermayeyi yakıp kül edecek bir ateşe de dönüşememektedir.
ANTAGONİZMA
Kuşkusuz bazı insanların diğerlerinin emeğini sömürdüğü yerde sınıf çelişkileri her zaman yürürlüktedir. Emekçiler, ezilenler, sömürü koşullarına bazen müdahale ederek sömürüyü sınırlandırmaya çalışır, bazen de doğrudan koşulları değiştirmeye yönelirler.
Öyle anlar olur ki, koşullara müdahale etmek yetmez onu ortadan kaldırmak kaçınılmaz olur.
Bunu belirleyen nedir?
Egemen üretim ilişkilerinin karşıt sınıflarından her ikisi içinde koşullara reformcu müdahale yoluyla varlıklarını sürdürme olanağının tükenmesidir. Böyle durumda sömürücüler mevcut koşulların olduğu gibi sürmesi ya da sömürülenenleri daha da berbat koşullara mahkum etmek için yürürlükteki sistemi sıkı sıkıya korumaya çalışırlar. Sömürülenlerin önünde koşullara boyun eğmek ya da onu yürürlükten kaldırmak, yani devrim dışında bir seçenek kalmaz. Böyle bir durumda mevcut toplumsal koşullarla emekçi insanlığın varoluşu arasındaki çözülmez (antagonist) çelişki, tüm şiddetiyle egemenliğini hissettirir.
İşte bugün de bir bütün olarak insanlıkla mevcut toplumsal koşullar arasında antagonist çelişki hüküm sürmektedir.
Antagonizma yalnızca işçilerle burjuvalar arasında yok, insanlıkla sermaye arasında da var.
Sermaye kendini genişleterek yeniden üretme yeteneğini yitirdikçe yalnızca emeği değil, doğayı da daha vahşi bir hırsla yağmaya girişmekte, kadınlığı giderek artan oranda bir cinsel sömürü nesnesi haline getirmekte; bir yandan ücretler düşer işsizlik yükselirken, diğer yandan kazanılmış sosyal hakları gasp ederek ve devlet eliyle yürütülen toplumsal hizmetleri piyasalaştırarak insanları kendi çaresizlikleriyle başbaşa bırakmaktadır. Hammadde, enerji kaynakları ve yolları ile pazar payı kavgalarının yol açtığı keskinleşen rekabet, emperyalist işgallere kadar varan kapitalist saldırganlığı körüklemektedir. Tüm bu kapitalist barbarlığın kaçınılmaz sonucu burjuva demokrasisinin en gelişkin olduğu burjuva devletlerde dahi politik özgürlüğün kısıtlanması, yeni faşist yasaların yürürlüğe sokulması, insanların neredeyse soluk almasının bile izlenip kaydedildiği bir kontrol mekanizmasının giderek daha sıkılaştırılmasıdır.
KARARSIZ PARÇACIKLAR
İnsan yalnızca madde değildir, o düşünen maddedir. Üretici güçlerin ve toplumsal güçlerin gelişkinliği ölçüsünde insanın bilgi birimi haliyle düşünme becerisi de gelişir. Her madde gibi insanı da, toplumsal ilişkileri de, belirli koşullar belirler. Ama insan düşünen madde olduğu için, o koşullara müdahale edebilme ve koşulları değiştirme yeteneğine sahiptir.
Bugün dünyanın dört bir yanında işçiler, öğrenciler, kadınlar, köyüler, aydınlar, doğa severler, savaş karşıtları, kapitalist barbarlık koşullarına karşı hareket halindedir. Ne var ki tüm bu hareket birbirinden kopuk ve sermaye egemenliğine karşı birleşik bir mücadele halini almamaktadır.
Alamamaktadır çünkü, sermaye yalnızca emeği, doğayı, kadınlığı yağmalamamakta aynı zamanda işçilerin sınıf bilincini, ezilenlerin dayanışma, örgütlenme ve politik mücadele bilincini de tarumar etmektedir.
BİLİNÇ BİRİKTİRME VE YÜKLEME
Sermaye, tarihsel ömrünü doldurdu. Ama onu yıkacak güçler onu yıkma bilincini edinmedikçe ve bilinçle harekete geçemedikçe sermayenin egemenliği son bulmaz.
Peki bu bilinç nasıl oluşturulabilir?
Kaldı ki, kitleleri bilinçlendirmeye soyunanların kendilerinin de bu yeni koşulların bilincine varmaya ihtiyacı, bir başka deyişle eğiticilerin de eğitim görmeye gereksinimi yok mu?
Belki birileri şöyle bir soru sorabilir: Onlarca sosyalist ülke ve milyonları sürükleyen komünist partileri vardı, onların başaramadığını bugün dağınık ve küçük sosyalist gruplar nasıl başaracak?
Bu da yerinde bir soru, fakat değişen koşuları hesaba katmıyor.
Bir zamanlar, onlarca sosyalist ülke ve yığınlara önderlik eden komünist partiler olduğu doğru. Ama o günlerde kapitalizmin henüz tüm gelişme olanakları yitirmediği de doğru. İnsanlık dışı koşullar sosyalizme ilgiyi artırırken, kapitalist gelişmenin yarattığı imkanlar da insanları kapitalizmin çekim alanı içinde tutmaya neden oluyordu.
Bugün kapitalizmin çekim alanı yok. Kapitalizm yalnızca itiyor, hiçleştiriyor. Emekçiyi hiçleştiriyor, kadını hiçleştiriyor, gençliği hiçleştiriyor, doğayı hiçleştiriyor. Diğer yandan bugünün insanı çok daha eğitimli, demokratik bilinci çok daha ileri, kadınların cins bilinci daha gelişkin, gençliğin antiotoriter tepkileri daha keskin.
Dolayısıyla, insan bireyinin hiç olmadığı kadar gelişkin nitelikleriyle kapitalizmin onların ezici çoğunluğunu hiçleştirmeye mahkum etmesi ve arasında giderek şiddetlenen bir gerilim söz konusu. Gençler, bilhassa da genç kadınlar bu gerilimin sinir uçlarında bulunuyor. Öfke kıvılcımlarının çoğunlukla onlardan sıçramasının nedeni bu.
Ne ki, bu öfke patlamaları yaşayan insanlar birbirinden kopuk kararsız madde parçacıkları gibiler. Bir bakıma üzerine basınca parlayan, oraya buraya gelişigüzel serpilmiş mayınları andırıyorlar.
KOMÜNİST ALANLAR
Bu öfke yüklü kararsız parçacıkların etkinleşip kararlı devrimci sosyalistler halini almalarını sağlayacak komünist alanlara ihtiyaç var. Tıpkı ışın parçacıklarının onunla etkileşime girdikten sonra kütle kazandığı varsayılan Higgs Alanı gibi, komünist alan da öfke parçacıklarına sınıf bilinci, komünizm bilinci yükleyebilmeli.
Komünist alanlar öyle olmalı ki, çekim ve etkileme gücü öyle olmalı ki, kapitalizmin ittiğini bu alanlar çekebilmeli.
Kokuşmuş burjuva ilişki biçimlerine karşı etkin bireyin yüksek toplumsal dayanışmacı ilişkilerini pratikleştiren; bilim, sanat, kültür alanlarında meta ilişkilerini darbeleyen; bir bakıma insanın insana yabancılaşmasının antitezini üreten; kısacası bizzat burjuva bataklığın içinde yeni insanın boy verdiği alanlar olmalı bunlar.
Şehir meydanlarında, mahallelerde, okullarda, fabrikalarda, sokaklarda bu komünist alanlara inşaya girişmeli ki, hiçleştiren kapitalizme karşı başka bir dünyanın mümkün olabileceğini insanlar gözleriyle görebilsin, ondan etkilensin ve dönüşsün; kurtuluşunun kendi ellerinde olduğunu ve birleşince ne kadar güçlü olabileceğini anlasın; hiçleştirilmiş bir nesne değil onurlu bir yaratıcı özne olduğunun bilincine varsın; yeni bir düşünce tarzı, yeni bir ahlak edinsin. Müziği, edebiyatı, sporu, tiyatroyu, sinemayı, sosyal ağları, bilinç geliştirme derslikleri ile burjuva düşünüş tarzı ve ilişkiden kopuşa hizmet edebilecek her araçla bir iç ilişkiler ağı inşa edilmeli.
Kuşku yok ki, sermayenin egemenliği yıkılmadan yeni bir dünya kurulamaz. Komünist  (komünal) alanlar, kapitalizmin bağrına saplanmış ve kapitalizmi yıkmaya programlanmış savaş mevzileri olabildikleri ölçüde amaca uygun olacaktır.
TAKSİM KOMÜNÜ
“Komünist parçacık” yazısının ardından komünist alan yazısı gelecekti. Yazının üçüncü bölümünde komünist (komünal) alanlardan ne anlaşılması gerektiği biraz daha detaylı tartışılacaktı.
Pratik, teorinin önüne geçti. Taksim komünü, “komünist alan”dan ne kastedildiğine iyi bir örnek. Şimdi geleceğe giden yol, Taksim komününü hayatın her alanına hakim kılmaktan geçiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder